DOĞUDA
ERMENİ ZULMÜ
MUŞ’TA ERMENİ ZULMÜ
Muş ahalisinden Mehmet Resul’un yeminli
ifadesi:
Ben asker olarak harpte bulunuyordum.
Aldığım yaradan ötürü Bitlis’e doğru çekilen birliği takip edemediğim gibi,
yaralı ve sakat üç erle birlikte geri kaldık. Az sonra Rus kazaklarının
öncüleri olan Ermeniler yanımıza geldiler. Arkadaşlarımızdan Harputlu Hüseyin
adındaki erin gözlerini çıkararak, “Kalk bak, Türk askeri geliyor mu?” dediler.
Sonra zavallıyı kurşunlayarak şehid ettiler.
Diğer erin sağ yanından derisinin bir
kısmını yüzerek çanta şekline koydular. Bu Zavallıya da, “Elini sok, bu çantada
padişahınızın parası var mı?” diye işkenceye başladılar, sonra şehid ettiler.
Üçüncü arkadaşımızı yere yatırıp tenâsül
aletini kestiler; sonra ağzına koyarak, “Bu boruyu çal, size Osmanlı askerinden
yardıma gelsin!” yollu hakaretlerden sonra, onu da şehid ettiler. Artık sıra
bana gelmişti. Bu alçaklıkları yapanlar bana yabancı gelmiyorlardı. Yüzlerine
baktım, içlerinden üçünü tanıdım. Bunlardan birisi Muş Ermenilerinden ve Çıkar
mahallesinden Keşiş oğlu Aram. İkincisi yine Muş’un Yaş mahallesinden Bağdasar
Körük oğlu Alkesam, üçüncüsü yine ayni mahalleden Avukat Herant Efendi oğlu
Herant idi.
Bunlar beni bir dereye götürdüler.
Yaktıkları ateşte tüfeklerini, şişlerini güzelce kızdırdıktan sonra yirmi dört
yerimden dağladılar. Yalvarmalarıma, bağırıp çağırmalarıma, sızlanmalarıma asla
kulak vermiyorlardı. O sırada birkaç Rus askeri yetişti. Bunlardan birisi beni
ölümden kurtardı. Bu asker gizlice kulağıma Rusya’daki müslümanlardan olduğunu
söyledi.
Artık Rus, Kazak ve Ermeni çeteleriyle
birlikte Bitlis’e doğru yola çıktık. Yolda kaçak kafilelerine, ordunun
arkasından göçen zavallılara rastladık. Ermeniler, bu müafaasız kadın ve
çocuklarla, zavallı ihtiyarlara şiddetle saldırıyor, yürekler parçalayıcı,
insanlık dışı vahşilikle zavallıları katlediyorlardı. İçlerinden Muş’un Ziyaret
köyü ahallisinden olduğunu tanıdığım bir Ermeni ile altı arkadaşı, altı
müslüman kızını getirdiler. Bunları rükû’a varacak şekilde çırılçıplak
durdurdular, sonra iffetlerini kirletmeye başladılar. Bir taraftan bu çirkin ve
insanlık dışı işi yapıyorlar, bir taraftan da, “Bundan sonra müslümanlara böyle
namaz kıldıracağız!” diyorlardı.
Biz ordan ayrıldık, Tel köyüne vardık.
Orada üç gün kaldık. Bu üç günde evvelce beni kurtarmış Tatar Abdulmelik ekmek
verdi. Üçüncü gün, artık yardım edemiyeceğini, zira bir müslüman himaye ettiği
anlaşılırsa şiddetli ceza göreceğini söyledi. Bu sebeple başımın çaresine
bakmam lâzım geldiğini anlattı.
Gecenin karanlığından faydalanarak oradan
kaçtım. Şafak sökerken Kızanan köyünün karşısındaki tepeye yetiştim. Köyden
feryad ve figanlar işitiliyordu. Ermeni çeteleri bir taraftan köyü ateşe
vermişler, diğer taraftan katliâma girişmişlerdi. Oradan da kaçtım. Birçok tehlikeler
atlattıktan sonra muhacirlerle birlikte geri çekildik. (8)
VAN’DA ERMENİ ZULMÜ
Van jandarma alay komutanının Raporu:
Çarıksır köyünde bir çocuğun kuzu gibi
kızartılarak bir süngü üzerinde direğe iliştirildiğini birçokları yeminle
söylemişler cesedin kalıntılarını göstermişlerdir. Ahorik ve Avzerik köyleri
arasında elleri bağlı ve karınlarına sokulmuş tenasül aletleri kesilerek
ağızlarına sokulmuş dört Türkün cesedi bulunmuştur.
Kavlık Köyünde 7 yaşındaki Fatma ve 5
yaşındaki Gülnar adlarında iki kız çocuğunun iki taraftan kirletilmiş
oldukları, ve bu bu kötü hareketin sonucu her ikisinin de sakat kaldıkları
görülmüştür. Bugün bu zavallılar Ermeni mezaliminin canlı bir timsali olarak
yaşamaktadır. Yine bu köyde 70 yaşından fazla Ali adında bir ihtiyarın, çene
kemiklerini süngülerle kırarak, kesip ağzına koymuşlardır. Bunu Van’ı geri alan
Türk ordusunun ileri gelen subayları gözleriyle görmüşlerdir.
Ahtoci Köyünde Kemo adındaki şahsın
Zeliha isimli eşi tandır başında ekmek pişirirken, Ermeniler Zeliha’nın altı
aylık çocuğunu ateşe atarak pişirmişler, zorla annesine yedirmek istemişler;
zavallı annenin reddetmesi üzerine, kadının bir bacağını ateşe sokarak
yakmışlardır. Bu gün bu zavallı kadın yaşıyor. Gördüğü bu korkunç zulmü
anlatırken yürekler tırmalayıcı feryat ediyor. Bu zavallı kadının hikâye ve
feryadına katılmamak için taş veya demirden yürek gerekiyor.
Yine bu köyde Ermeniler birçok Türk
çocuğunu tezek yığınları arasına koyduktan sonra tezekleri ateşlemişler; bu
zavallı masum yavruları diri diri yakmışlardır ki, durum yerinde yapılan
inceleme sonucu kalıntılardan anlaşılmıştır. (9)
ESMA NİNE ANLATIYOR
Molla Kasım köyünden 95 yaşındaki Esma
Hanım yaşadığı faciayı hafızasında kalan kırıntılarla şöyle anlatıyor:
Ermeniler, Molla Kasım köyünü yerle bir
ettikten sonra Zeve’ye gittim. Zeve çayını geçemedim, beni atla gelip aldılar.
Zeve’de toplu halde bulunan kadınların tamamını Ermeniler bir dama koyduktan
sonra, yere oturulmasın diye su ile doldurdular. Yarı belimize kadar su içinde
kaldık. Sonra erkekleri ayırıp götürdüler. Onları başka bir damda diri diri
yakmışlar. Ermeniler, 15 yaşından küçük çocukları da bir tarafa ayırdıktan
sonra süngüleyerek katlettiler. Kadınları da gruplar halinde Van’a götürdüler.
Bir çocuğumu, gözümün önünde koyun
boğazlar gibi boğazladılar. Bir Ermeni, komşumuz Firdevs hanımın oğlunu
ayağının altına alıp, iki bacağından ayırarak iki parça edip şehid etti.
Ermeniler o kadar çok müslüman boğazladılar ki, akan kanlar koskoca tandırları
doldurdu. En son Rus ordusunda vazifeli bir Tatar bu korkunç faciaya son verdi.
Ermeniler, esir ettikleri müslüman
kadınları iki sıra halinde aralarına alıp türkü söyleyerek, tef çalarak
götürüyorlar; ikide bir; “Korkmayın sizi Van valisi Cevdet Paşa’ya götürüyoruz
Cevdet paşa size pilâv ikram edecek!” diyorlardı. Sonra koro halinde: “Cevdet
Paşa et temâşa / Gelinlerin oldu matuşka! (fahişe demek)” diyorlardı.
Molla Kasım köyünden Şeyh Selim Efendinin
gözlerini oyduktan sonra şehid ettiler. Gene Molla Kasım köyünden Müslim amcayı
öldürdükten sonra, cesedini namaz kılıyor gibi bir duruma soktular, İslâmın
dini ve imânına küfür ettiler, alaya aldılar.
Ermeniler, bir taraftan erkekleri
öldürüyorlar, sonra da: “Korkmayın, size bir şey yok! Onları Rusya’ya para
kazanmaya gönderiyoruz.” yalanını gözümüzün içine bakarak söylüyorlardı. (10)
ZEVE’DE ERMENİ KATLİAMI
Kıymet Başıbüyük, Zeveli annesi Hediye
hanımdan naklen bu faciayı şöyle anlatıyor:
Seferberlik ilân edilir edilmez Van halkı
muhacir olmaya başladı. Zeve ve çevresindeki köyler muhacir olmadılar. Buna
sebep olan zeve ve çevresindeki köyler ve muhtarı Süleyman çavuştur. Çünkü
muhtar köylüyü toplayıp, “Buradan muhacir olup gitmeye hiç lüzum yok! Ben
Ermenilerle kardeş oldum, (!) size bir şey yapmazlar.” diye teminat verdi.
Bu söze inanarak köyü terk etmedik. Sonra
Vandaki Ermenilerin ortalığı kana buladıklarını, her tarafı yakıp yıktıklarını
duyduk. Ermeniler binlerce müslümanı kesmeye başladılar. Van’ı terk etmeyen
hasta, yaşlı, çocuk ve kadınları asıp kesmeye, bir kısmını da çaylara, kuyulara
atmaya koyuldular. Sıra bizim köylere gelmişti. O sırada komşu köylerin ahalisi
bizim köyde toplandı. Her köyün en az 400-500 nüfusu vardı.
Ermeniler, bir sabah köyümüzü ateşe
tuttular. Zeve’de toplanmış müslümanlar, cephaneleri bitinceye kadar köyü
müdafaa ettiler. Türklerin cephaneleri bitince Ermeniler köye girdiler. Korkunç
facia bundan sonra başladı. Önce Ermenilerle kardeş olduğunu söyleyerek halkın
göç etmesine engel olan Süleyman Çavuş’u yakalayıp, korkunç şekilde şehid
ettiler. Ermeniler, hamile kadınların karnını yırtıp çıkardıkları çocukları
süngülerinin ucuna takarak annelerine gösterdiler.
Kızların ve kadınların kollarındaki
bilezikleri almak için çok kolay bir usul buldular. Kasaturalarıyla kızların ve
kadınların kollarını kesiyor, sonra bilezik ve yüzükleri çıkarıyorlardı.
Ben, annem ve 20-30 kadar köylü kadını ve
çocuk Sultan Hacı Hamza’nın türbesine sığındık. Ermeniler bizi öldürmek için
türbeye gazyağı ve benzin serptiler ve ateşlediler. Türbe yanmadı. Kazma
kürekle türbeyi yıkmak istedilerse de, yıkamadılar. Hayret ve şaşkınlık içinde,
“Yahu bu mutlaka bizdendir.” diyerek gittiler.
Biz oradan çıktık. Çıktığımızı gören
Ermeniler üzerimize hücum ettiler. Bu sefer köyün köpekleri bizi kurtardı.
Köydeki köpekler insan cesedi yiyerek kuduz olmuşlardı. Her tarafa saldırıyor,
köye hiç kimseyi yaklaştırmıyorlardı. Bir zaman köpekler bizi korudu. Sonra
Ermeniler köyü işgal ettiler. Biz yine katil ve canavar Ermenilerin eline
düştük. Bir hafta sonra Ruslar bizi alıp aç, susuz Van’daki Ermeni kışlasına
götürdüler.
Rus Kırgız muhafızlarına, yiyecek bulmak
için bizi serbest bırakmaları için yalvarıyorduk. Kısa bir zaman kışlanın
yanına çıkınca, hayvanlar gibi söğüt yapraklarına üşüşüyor, bir yandan çabuk
çabuk bu yaprakları yerken, diğer yandan etek ve ceplerimizi dolduruyorduk. Aç
midelerimize bu acı söğüt yaprakları, bal gibi tatlı geliyordu.
Böylece günler geçti. Sonra Ruslar bizi
serbest bıraktılar. Tarlalara dağıldık, ektik, biçtik. Değirmen gösterdiler
buğdayları öğüttük. Türk askerinin görünmesiyle tam ve gerçek hürriyete
kavuştuk. (11)
ERZURUM’DA ERMENİ ZULMÜ
Ilıca’da kaçamayan Türklerin hepsinin
öldürüldüğünü ve kör baltalarla enselerinden kesilmiş bir çok çocuk cesetleri
gördüğünü Erzincan’dan Erzurum’a dönüşünde bizzat başkomutan Odişelidze
söyledi. Ilıca katliamından üç hafta sonra 11 Mart 1918 pazartesi günü ordan
dönen yarbay Griyazmof gördüklerini şöyle anlattı:
“Köylere giden yollarda uzuvları tahrib
edilmiş bir çok cesetlere rastladım. Her geçen Ermeni bu cesetlere bir kere
söğüp tükürüyordu. 25-30 metrekarelik cami avlusuna iki arşın (141 cm)
yüksekliğinde cenaze yığılmıştı. Bunların arasında her yaşta kadın, erkek,
çoluk çocuk ve yaşlılar vardı. Kadın cesetlerinde zorla ırza geçme halleri pek
belli bir halde idi. Birçok kadın ve kızların tenasül yerlerine tüfek fişeği
sokulmuştu.
Alaca menzil komutanlığı müteahhidi olan
bir Ermeni 12 Mart 1918′de yapılan vahşilik üzerine şunu anlattı: Ermeniler bir
kadını canlı olduğu halde bir duvara çivilemişler; sonra kalbini oyup başının
üstüne asmışlar.
Erzurum’da Rus topçu subaylarından Gürcü
asıllı teğmen Midvani şöyle bir olaya tanık olduğunu anlattı: Bir Ermeni,
arabacılardan bir müslümanı vurmuş, fakat öldürememiş, sırt üstü düşmüş. Ermeni
elindeki sopayı, can çekişen müslümanın ağzına sokmak istemiş. Dişleri
kilitlenmiş olduğundan sopayı ağzına sokamayan Ermeni, müslümanın karnını
tekmeleye tekmeleye öldürmüş. (13)
30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesinden sonra
Türk Ordusu Kars ve çevresini terk ederek 1877-1878 Türk-Rus savaşı sonrası
çizilen sınırın batısına çekilmişti. Bu bölge tekrar Ermeni cellatların
ellerine bırakılmış oldu. Bağımsız Ermenistan devletine bağlı çeteler iki yıl
boyunca çeşitli zulümler yaptılar. Nihayet Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki
Türk ordusu 30 Ekim 1920′de Kars’ı, 12 Kasım 1920′de Iğdır’ı Ermenilerden
kurtardı. 3 Aralık 1920 günü Ermenistan’la Gümrü anlaşması imzalandı.
Mondros Mütarekesinin 7. maddesine
dayanarak Uzlaşma Devletleri Anadolu’nun her bir tarafını işgale başlamışlardı.
Güney illerimiz (Urfa, Antep, Maraş, Adana) önceleri İngilizler tarafından
işgal edilmiş ve daha sonraları ise Fransızların denetimine geçmişti. Ermeniler
bu bölgede de, Fransızların himayesinde zulüm ve katliamlarını sürdürdüler.
ADANA’DA ERMENİ ZULMÜ
Vanlızade Nihat anlatıyor:
Fransızlar, Ermenilerle iş birliği
halinde vesileler icat ederek Türkleri öldürüyorlar; para ve mallarını
yağmalıyorlardı. Ermeni kilisesi kasaphane (maktel) olmuştu. Köşe bucaklarda,
ıssız yerlerde yakaladıklarını sürüyerek kiliseye götürürler, işkenceler içinde
canını alırlardı. Bu gibi facialar bir taraftan devam ederken diğer taraftan
Fransızlar sorgusuz sualsiz masum Türkleri Kumlukta Hacı Ali tekkesinde kurşuna
dizerlerdi. Rahmetli babam eski sarayda oturuyordu. Güpe gündüz evini bastılar.
Bütün ev eşyasını aldıktan sonra depodaki çenberli pamuklarını da götürdüler.
Ermeni çeteleri ansızın çiftliğimize
baskın yaptılar. Hazırladığımız bütün malları, ne var ne yok, yataklarımıza
varıncaya kadar alıp arabalara yüklediler. Hayvanlarımızı da önlerine katıp,
bizim üçümüzün elini kolunu sıkı sıkıya bağlayıp, Şahin Ağa kilisesi köyüne
sevk ettiler. Burası mahşerden bir nümune idi. Binlerce Ermeni ile dolmuştu.
Çeteler, dişinden tırnağına kadar çapulcu, yağmacı Ermeniler burada mevcuttu.
Bizi hay u huyla karşıladılar. Binbir çeşit yakası açılmadık küfür ve
hakaretler içerisinde, çete başı Sivaslı Kireççi Agop’un önüne çıkardılar.
Gayet terbiyesiz bir biçimde bizden para istedi:
“–Sakladığınız yeri gösteriniz, aksi
takdirde başınıza çeşitli işkencelerle ölüm gelecektir!” dedi.
Varımız olan 17 altun lira ile 637
banknotumuzu daha önce elimizden almışlardı.
“–Bir şeyimiz kalmadı ki verelim; verecek
paramız yok!” der demez, öldüresiye bir dayak atıp beni merdivenden aşağıya
tekmelerle yuvarladılar. Kahkahalarla halimizi seyr edenler arasında, Adana’nın
zengin ileri gelen Ermeni tüccarlarından Kalasyan ile Bızdıkyan ve Kasparyan’ı
gördüm.
Babamı çırıl çıplak ederek bir çukura
götürdüler. Aşıkyan fabrikasında çalışan İstepan adındaki Ermeni, belinden
çıkardığı 60 cm. uzunluğundaki kamayı babamın sağ böğrünün karaciğer nahiyesine
sapladı. Kelime-i şehadet getiren babama kızan kaatil peygamberimize küfür
etti. İkinci darbeyi de aynı bıçakla boynunun sağ tarafına indirdi. Rahmetli
babamın başı göğsüne sarktı, şehid olarak gözlerini kapadı.
Babamın ayaklarına bir ip takarak takur
tukur sürükleyip kör bir kuyuya cesedini attılar. Tüyler ürpertici bu manzara,
hemen beş metre uzağımda cereyan etti. Facianın dehşetinden kanım dondu. Şimdi
sıra bana gelmişti. Perişan halimde yanıma geldiler. Beni de anadan doğma
soyundurdular. Üzerime bir teneke gaz yağı döktüler. Bir elinde kibrit,
diğerinde kutusu olan Ermeni üzerime geldi. Dedi ki:
“–Siz çok zenginsiniz, çok paranız
olduğunu biliyoruz. Üzerinizden çıkan para ile bizi aldatamazsınız. Eğer
paranın yerini söylemezseniz, babanın akıbetini gördün, seni de diri diri
yakacağız. Çabuk söyle, böyle bir ölümden kendini kurtar!”
Diri diri yakılıp ölmenin çok feci
olduğunu düşünerek vakit kazanmak maksadıyla:
“–Evet, çok paramız var, hem de heybe
dolusu… Bunların yerini çiftlikte size göstereceğim!” dedim.
Derhal gazlı vücuduma elbisemi
giydirdiler. Çete başının yanına götürdüler. Çete başının verdiği emir de,
derhal çiftliğe gidilmesi, paralar alındıktan sonra geri dönülmesi idi.
Verdiğim cevapta:
“–Bu çok yanlış bir emirdir. Paralar
samanlıkta gömülüdür. Samanlığı boşaltmak, gömülü yeri açmak hayli vakte
bağlıdır. Burası akşam olur olmaz Türk çetelerinin at oynattığı ve etrafı
gözettikleri bir yerdir. Şimdi vakit akşam, nerede ise güneş batmak üzeredir.
Biz oraya gidip işe başladığımız zamanda, behemehal Türk çeteleri gelecek, iki
taraf arasında şiddetli bir çarpışma olacaktır. Ben belki bu çarpışmalarda
ölebilirim. Sizin elinize para geçmediği gibi, bir hayli zayiata maruz
kalabilirsiniz. Beni öldürseniz bu saatte çiftliğe ayak basmam!” dedim.
Çete başı bu düşüncemi haklı buldu. İşi
yarına bıraktı. Beni üç nöbetçinin nezareti altında bir odaya soktu. Köyün
etrafına da nöbetçiler kondu. Çeşitli yerlere de gözcüler dikildi. İlk işim
kolay ölümün çaresini aramaktı. Yarın çiftliğe gidip kendilerini aldattığımı
anlarlarsa, kim bilir bana nasıl işkenceli bir ölüm tatbik edecekler. Bunları
düşündükçe tüylerim diken diken oluyordu.
Altının, çuval dolusu banknotların neşesi
içinde, çeteler yaptıkları günlük mezalimi iftiharla çete başına
anlatıyorlardı. Yeğenim Tahsin’in Taşcı’da cesedinin kuyuya atıldığını,
Zağarlı, Kamışlı, Yalnızca, Mıhıllı köylerinin tamamen yakıldığını, buralarda
ellerine geçenleri ve Yalnızca’da Afganlı müslüman bekçinin, Aşık Kâhya’nın,
Zağarlı’dan Sağır Sait’in ve berber Mahmut’un kız kardeşleriyle birlikte
çocuklarının, Şahin Ağa kilise köyünden Deli Kerim’in, Gök Mehmet’in karısı
Emine’nin, Veysel’in karısı Emine’nin ve daha isimlerini hatırlıyamadığım elli
kadar Türk’ün, çeşitli işkenceler içinde nasıl öldürüldüklerini kahkahalarla
anlatıyorlardı.
Geç vakte kadar içtiler, hepsi de sızdı.
Yediğim dayaktan, yarın karşılaşacağım felaketten yerimde oturamıyordum.
Kurtulmak değil kolay ölmek istiyordum. (14)
Fransızların ve Ermenilerin zulmü
Maraş’ta halkın ayaklanmasına sebep oldu. Yirmi gün süren şiddetli
çarpışmalardan sonra 11 Şubat 1920′de Maraş kurtarıldı.
Daha sonra 20 Ekim 1921′de Fransızlarla
Ankara Antlaşması imzalandı. Fransızlar güneyde işgal ettikleri yerleri
boşalttılar. Sadece Adana bölgesinden 120.000 Ermeni Suriye’ye kaçtı. 30.000
kadarı da Kıbrıs, Mısır, Adalar ve İstanbul’a gitti.
SONUÇ:
Yukarıda yazdıklarımızdan da anlaşılacağı
üzere isyan eden Ermenidir, zulmeden Ermenidir, katliam eden Ermenidir. Mazlum
ve mağdur olan, yüzbinlercesi katledilen, tecavüze uğrayan, yerinden yurdundan
sürülen mâsum Anadolu müslümanıdır. Fakat Ermeniler bir asırdır yaygara
yapmakta, basın, yayın ve propaganda yoluyla dünyayı aldatmağa çalışmakta; haçlı
ruhuyla hareket eden bazı devletler de onlara destek olmaktadır.
Soykırım iddiasına gelince; 1914 nüfus
sayımına göre Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeni sayısı 1.300.000′dir. Bunun
525.000′i işgalci Ruslarla beraber Rusya’ya göç etmiştir. Amerika, Suriye,
Yunanistan, İran, Lübnan vs. ülkelere göç edenlerin sayısı da 582.000′dir.
Toplam 1.107.000 Ermeninin göç ettiği anlaşılmaktadır. Türkiye’de kalan 50.000
civarındaki Ermeni’yi hesaba katınca, Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında,
Ermeni isyanları ve göçler esnasındaki toplam Ermeni kaybının 143.000 civarında
olduğu anlaşılır. Halbuki aynı dönemde, aynı bölgelerdeki müslüman ahalinin
kayıpları 1.400.000′i bulmaktadır. (15) Yâni esas soykırıma uğrayan müslümanlar
olmuştur.
(1) Türkiye’nin Siyasi Tarihinde
Ermeniler ve Ermeni Olayları, Halil Metin, M. Eğitim Yayını, İstanbul 1997, s.
16
(2) Türkiyenin S. T. E. ve E. O. s. 87-93
(3) Türkiye Tarihi, Yılmaz Öztuna, c. 7,
s. 180-181
(4) Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler,
Mehmet Hocaoğlu, İstanbul 1976, s. 275-276
(5) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 478 –
480
(6) Türkiye Tarihi, Yılmaz Öztuna, c. 7,
s. 227
(7) Türkiye’nin S. T. E. ve E. O. s.
129-131
(8) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s.
720-721
(9) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 723
(10) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s.
733-734
(11) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s.
735-736
(12) Türkiyenin S. T. E. ve E. O. s.
146-147
(13) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 764
(14) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 704
(15) Türkiyenin S. T. E. ve E. O. s. 28,
157