29 Kasım 2019 Cuma

OSMANLININ YIKILMASI İÇİN UĞRAŞAN MÜSLÜMAN DEVLETLER VAR MIYDI?


OSMANLININ YIKILMASI İÇİN UĞRAŞAN MÜSLÜMAN DEVLETLER VAR MIYDI?

Anadolu'ya Atatürk'ü kim gönderdi? -İngilizler,Samsun'a gidiş vizesini neden sadece Kamal Atatürk'e verdiler?

Sultan 2. Abdülhamid Han'ın İzmir'de açtığı şu muazzam sanat mektebi


Sultan 2. Abdülhamid Han'ın İzmir'de açtığı şu muazzam sanat mektebi ve imalathanelerine bakın ve Osmanlıda sanayi ve okur-yazarlık meselesini yeniden düşünün...

Mustafa Armağan

İsrail Askerlerinin; “Eğer Kudüs’te toprağınız varsa Tapusunu gösterin” demesi üzerine,


İsrail Askerlerinin; 
“Eğer Kudüs’te toprağınız varsa Tapusunu gösterin” demesi üzerine, Yaşlı Dedenin çıkarıp gösterdiği 
Tapu ve söylediği söz; 
“Dedeme Abdülhamid Han vermişti..!”

27 Kasım 2019 Çarşamba

Atatürk'ün Kur'an'ı Türkçe'ye Çevirtme Amacı


İdam edilen kadın: Şalcı Bacı; Suç: Şapka Kanunu’na muhalefet.


İdam edilen kadın: Şalcı Bacı; Suç: Şapka Kanunu’na muhalefet.

Dinî merasim yapılmadı hiçbirine. Ne cenaze namazları kılındı ne de kefenlendiler. İnsanın dirisine saygısı olmayanın ölüsüne de saygısı yoktu. Bir hendek kazarak içine cesetleri yığıp üstünü örttüler.
Herkesin bir hikâyesi var. Cumhuriyet döneminde şapka kanununa muhalefet suçundan idam edilen Şalcı Bacı’nın da bir hikâyesi var. 

Ama mutluluk veren değil, yürek burkan bir hikâye.

Tek derdi ördüğü şallardan kazandığı üç kuruşla üç öksüz çocuğunu büyütmek olan Erzurum’lu Şalcı Şöhret Bacı; bir gün şapka hadisesinin içinde buldu kendini.

Ne öksüz üç çocuğunun oluşu, ne kadın oluşu, ne de olanca saflığıyla ‘Kadın şapka giye ki asıla?’ diye yaptığı masum savunma onu Türkiye’de asılarak idam edilen ilk kadın olmaktan kurtaramadı. Teferruatını tarihçilere bırakıp bu masum kadının idamını birlikte okuyalım.

***

“Komutan bütün idamlıklara ‘son isteğiniz var mıdır?’ diye sordu. Hepsi abdest alıp namaz kılmak istedi.

Ancak bir sorun vardı. Komutandan kelepçelerin çıkarılmasını istediler. Çünkü kelepçeler iki eli önden birleştiriyor ve her iki ayağı ayrı ayrı sarıyordu. İzin verilmedi. Hal böyle olunca idamlıklar birbirine yardım etti, bir şekilde abdest aldılar.

Ancak Şalcı Bacı kadındı, çarşaflıydı. Komutan onun kelepçelerinin açılmasına izin verdi. Abdest aldıktan sonra ellerini tekrar kelepçe için uzattı.

Ethem Usta imam olarak öne geçti. Hemen sağda kurulu ilk darağacında Çulfa Mahmut Nedim Efendi’nin cesedi hâlâ sallanıyordu. Ethem usta doğruca karşıya baktı. Diğer beş kişi arkasına tek sıra dizildi. Bir ara gözü Şalcı Bacı’ya ilişti.

Kadındı. Erkeklerle aynı sırada değildi. Hemen iki adım arkasında tek başına saf tutmuştu.

Ne zor! İdamlık kadın olup bir başına saf tutmak...

Ne zor! Sallanacağın darağacını kıble yapmak...

Ne zor! Gömüleceği toprağa secde etmek...

Ne zor!

***

Ancak bir sorun daha vardı. Şalcı Bacı kadındı, üstelik çarşaflıydı. Bu şekilde asılması infiale sebep olabilirdi. Halk galeyana gelebilirdi.

Tatar Hasan Paşa seslendi:

‘Çarşafı başından çıkar.’

‘Ben bu güne kadar bu çarşafı çıkarmadım. Bir başıma dul bir kadın olarak namusumu hep korudum. Bundan sonra da çıkarmam.’

‘Sen bilirsin o zaman!’

Tatar Hasan Paşa yanındaki askerlere dönerek emretti:

‘Bir un çuvalı getirin!’

‘Ula kavat! Sen nasıl adamsın? Hem kadın kısmını (şapka için) asıyorsun, hem de kadındır belli olmasın diye korkundan un çuvalı geçiriyorsun. Ödlek herif! Yüreğin varsa kadın astım desene!’ (Sefer Darıcı, Şalcı Bacı. Destek Yayınları-2013)

***

Vali Zühtü ve Tatar Hasan Paşa derin bir soluk aldılar. Meseleyi hallettiklerini düşünüyorlardı. Tarih 30 Kasım 1925 Pazartesi’yi gösterdiğinde cesetler hâlâ darağaçlarında sallanıyordu.

Öğle saatlerine doğru bir atlı çöp arabası darağaçlarına yanaştı.

Yağlı urganlar bıçakla kesilip, cesetler çuval gibi üst üste arabanın içine düşürüldü.

Dinî merasim yapılmadı hiçbirine. Ne cenaze namazları kılındı ne de kefenlendiler. İnsanın dirisine saygısı olmayanın ölüsüne de saygısı yoktu. Bir hendek kazarak içine cesetleri yığıp üstünü örttüler.

Ya da örttüklerini sandılar. Çünkü ‘ne kadar üstünü örtersen ört, sakla veya saklan; gerçekler bir gün örtenleri sobeler!’

***

Vali Zühtü Durukan ve Komutan Tatar Hasan Paşa, İstiklâl Mahkemesi Erzurum’a intikal ettiğinde idamları bitirmişti bile.

Şalcı Bacının hikâyesi yüzlerce masumun hikâyelerinden sadece bir tanesiydi.
https://www.yeniasya.com.tr/m-said-zeki/idam-edilen-kadin-salci-baci-suc-sapka-kanunu-na-muhalefet_470151

YUNANLILARIN YAPTIKLARI KATLİAMLAR


YUNANLILARIN YAPTIKLARI KATLİAMLAR

Ağva'ya bağlı Çanaklı Köyü'nün kadınlarını bir araya toplayıp anadan doğma kalana kadar soydular. Çırılçıplak halde kocalarının katledilişini izlemeye zorlanan kadınlar, sonrasında toplu tecavüze uğradılar. Küpelerini almak için kulakları, bileziklerini almak için bilekleri, yüzüklerini almak için parmakları kesildi; acıyla kıvranarak can verdiler.

Ateşe verilen Hacı İsmail Köyü ve erkekleri iplebağlanıp yatırılarak kurbanlık koyun gibi kesilen Karadere Köyü'nün kadınlarına tecavüz ettiler.
****
İmranlar Köyü'nde, ırzlarına geçmek üzere bütün kadınları bir eve topladılar; kendilerini korumaya çalışanları lime lime doğradılar.

***

Tekkeler Köyü'nde bacaklarından asılan on beş genç kızı, insan aklının alamayacağı işkenceler yaparak öldürdüler.

***

Karamandıra Köyü'nde yağmaya direnen Hacı Mustafa'yı kurşuna dizip karısının ve kızının ırzına geçtiler. Irzına geçtikleri kızı, yaraladıkları bir ata bağladılar, at can havliyle oradan oraya koştukça kız parçalara ayrıldı.

***

Çınarcık'ta, erkek çocukları, annelerine tecavüz etmeye zorladılar. Yaptıramayınca hepsini süngülediler. Kadınların karınlarını yarıp, kundaktaki bebekleri yardıkları karınlarına gömdüler.

***

İzmir rıhtımında eşlerinden veya oğullarından haber bekleyen kadınların çarşaflarını yırttılar, hakaret ederek yerlerde sürüklediler...

***

Maraş'ta, hamamdan çıkan kadınlara sarkıntılık yaptılar, peçelerini yırttılar...

***

Karacaali'de, köyün kadınlarına kocalarının gözleri önünde tecavüz edip kurşuna dizdiler.

***

Bu satırlar Hâkimiyeti Millîye'den:

"Yunanlıların kadınlara ve kızlara yaptıkları tecavüz, üzerinden yüzyıllar geçse, kendilerini Türklere affettirmek için her şeyi yapsalar, bunu başaramazlar. Binlerce masum kız Yunanlıların eline düşmektense, kurşunla, süngüyle, ateşle ölümü tercih etmişlerdir."

***

İkna olmayan, "resmî tarih(!)"in parçası bulan, inanmayanlar için, bu satırlar da bizatihi işgalciler, işkenceciler, tecavüzcülerle soydaş olan yabancı bir "kadın" gazeteci Berthe G.

ALEV ALATL: "KEMALİZM BİR YAHUDİ OYUNUDUR."


LORD CURZON


ATATÜRK İÇİN YUNANİSTAN'DA 3 GÜN MATEM


YUNANLILARLA KOL KOLA


Karılarını düşman kollarına takacak kadar dost ve geniş mezhebliydiler.

UĞUR MUMCU: "TÜRK NE DEMEKTİR?"


ELAZIĞ DİYE BİLDİĞİMİZ ŞEHİR


SELAHADDİN EYYUBİ


1794 YILINDA ABD İLE YAPTIĞIMIZ TİCARİ ANLAŞMAYA GÖRE


Osmanlı İmparatorluk Ordusu'nda İngilizci olmayanlar da vardı.


Osmanlı İmparatorluk Ordusu'nda İngilizci olmayanlar da vardı.

1918/ MUSTAFA KEMAL İNGİLİZ'E TESLİM OLDU. AMA MEDİNE'DEKİ FAHRETTİN PAŞA GİBİ YEMEN'DEKİ OSMANLI ORDUSU DA SAVAŞA DEVAM EDİYORDU.

24 Kasım 1918'de Mustafa Kemal, Mondros Mütarekesi'nden hemen sonra silah bıraktı. İngilizlere teslim oldu. Serbest bırakılınca İngiliz Ordusu ile aynı gün, 13 Kasım'da İstanbul'a geldi. İşgalci İngiliz subaylarının kaldığı Pera Palas Oteli'ne yerleşti. Bu otelde kalan tek Osmanlı generaliydi.

Ama Mondros'u tanımayan ve teslim olmayanlar da var. Fahri Paşa (General Fahrettin Türkan): Hicaz Ordusu komutanı. Teslim olmuyor.

Galip Paşa: Yemen 40'ıncı Tümen Komutanı, teslim olmuyor.

Ahmet Tevfik Paşa: Yemen’de 7'nci Kolordu Komutanı, teslim olmuyor.

Asir’deki 23'üncü Kolordu Komutanı da teslim olmuyor.

Üstelik, isyancı bilinen İmam Yahya da İngilizlerle savaşmaya devam ediyordu.

Osmanlı Ordusu'nun tamamı direnseydi,neler olurdu?
Düşünün..

26 Kasım 2019 Salı

HALKI UYANDIRAN HOROZ


RUHUNA FATİHA YAZMAYAN İKİ KABİR


PROF.FRİTZ NEUMARK



PROF. FRİTZ NEUMARK
(ALMAN PROFESÖR O KADAR NET AÇIKLAMIŞ Kİ ANLAMAMAK İÇİN SADECE APTAL OLMAK GEREK)

.... (9 Mart 1991) ....


d. 20 Temmuz 1900; Hanover – ö. 9 Mart 1991; Baden-Baden); Türkiye'de iktisat öğreniminin gelişmesinde ve gelir vergisi yasalarının hazırlanmasında önemli katkıları olan Yahudi asıllı Alman iktisatçı.

Hitler’den kaçarak 1933’te Türkiye’ye gelen, İstanbul Üniversitesi İktisat ve Hukuk fakültelerinde dersler veren ve batının içyüzünü açıklayan Alman Prof. Fritz Neumark’ın ölüm yıldönümü 9 Mart.

20 Temmuz 1936'da kurulan ve 1937 yılı yaz sömestresinde faaliyete geçen İktisat Fakültesi'nde (Umumi İktisat ve Maliye Teorisi Kürsüsü) başkanlığı da yapmıştır. [1952’de döndükten sonra Frankfurt Üniversitesi’nde rektörlük yapmıştır.]

Alman profesör Neumark ile bir kısım talebesi Boğaziçi’nde geziye çıkarlar. Talebelerden biri Prof. Neumark'a, (Avrupa bizi neden sevmez?) diye sorar. Prof. Neumark şu cevabı verir:

“...Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalı, Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı Hristiyanların hücrelerine sinmiştir.

Sebeplerine gelince:

1- Müslüman olduğunuz için sevmez.

2- Sizler farkında değilsiniz ama, onlar şu gerçeğin farkındadırlar: Tarihten Türk çıkarılırsa tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir.

3- Avrupa'nın pazarı idiniz. Şimdi Avrupa'yı pazar yapmaya başladınız.

4- En az 400 yıl Avrupa'da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz.

5- Selçuklular Anadolu'yu, Osmanlılar ise orta Avrupa ve Balkanları Haçlı ordusuna mezar ettiler.

6- Sizi silah ile yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek hakimiyet sağladılar.

7- Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, İslamiyet uğruna her şeyini feda etmeseydiler, İslamiyet bugün belki sadece Hicaz'da varlığını devam ettirirdi, kaldı ki Vehhabiliği kuranlar da, İngiliz Dominyon Bakanlığı'nın adamlarıdır. Batı her yerde İslamiyet’i, sapık inançlara kanalize etti. Ama Osmanlı, Asr-ı Saadet'i devam ettirdi.

8- Kilise size kin kusmaktadır, sebepleri yukarıdadır.

9- Ben Türkiye'ye geldiğimde 2 üniversiteniz vardı, şimdi 19 üniversite var. [O tarihteki sayı]

10- Sizler, gerçek hüviyetinize döndüğünüz an Avrupa'nın refahı ve medeniyeti yıkılır.

11- Yine sizler, Avrupa'nın tarihi düşmanısınız ve daima düşman olarak kalacaksınız. ..”

Değerli arkadaşlar;

Alman profesör batının içyüzünü, Türklere ve islama bakış açısını o kadar net bir şekilde ve gerekçeleriyle anlatmış ki, bunlara ilave edecek inanın bir kelime bile bulamıyoruz.

İNGİLTERE KRALI 8.EDWARD AYASOFYANIN MÜZE OLDUĞUNU DENETLERKEN !


İNGİLTERE KRALI 8.EDWARD AYASOFYA'NIN MÜZE OLDUĞUNU DENETLERKEN !

KUDÜS'Ü KAYBETMEMİZE SEBEP OLAN


ELİNDEKİ ŞAPKA


İngiliz ordusunu Medine’ye sokmayan Fahrettin Paşa'yı unutmayalım.


Peygamberimizin(s.a.v) gömüldüğü toprakları kâfirlere teslim etmem diyerek tam 72 gün boyunca 50 derece sıcaklıkta çölde çekirge yiyerek ordusunu hayatta tutan,İngiliz ordusunu Medine’ye sokmayan Fahrettin Paşa'yı unutmayalım.


Rusçuk'ta doğdu, 93 Harbi'nden sonra ailesiyle birlikte İstanbul'a yerleşti. Mekteb-i Harbiye'yi birincilikle bitirdi. Erkân-ı Harbiye Mektebi'ni bitirdikten sonra 1891 yılında Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle göreve başladı. Balkan Savaşı'nda Çatalca Savunması’nda ve Edirne'nin geri alınışı'nda görev aldı.

Ailesi:

1900'de Ferik Ahmet Paşa'nın kızı Ayşe Sıdıka Hanımefendi (1884-1959) ile evlendi.

Çocukları:

Suphiye Türkkan 1904-1978
Mehmet Selim Türkkan 1908-1991
Mehmet Orhan Türkkan 1910-1994
Ayşe Nermin Türkkan 1919-1997
Ayhan Türkkan 1928-4.2.1959

KAHRAMANLIK DESTANI ÇANAKKALE


FATİH SULTAN MEHMET İLE UZUN HASAN'IN ANNESİ


KARDEŞ KATİLİ İNÖNÜ


2.Sultan Vahdettin'in 3.eşi Müveddet Kadınefendi


2.Sultan Vahdettin'in 3.eşi Müveddet Kadınefendi

Babası Kato Davut bey, Annesi Ayşe Hanım'dır. 24 Nisan 1911 tarihinde Sultan Vahdettin ile evlendi. 1912 yılında Şehzade Mehmed Ertuğrul Efendi'yi doğurmuştur. San Remo'da Vahdettin'e eşlik etti. 1929 yılında Vahdettin'in vefatından sonra İskenderiye'ye yerleşerek burada bir evlilik daha yaptı. 1948 yılında Türkiye'ye döndü. 1950 yılında Çengelköy'de vefat etti. Zarif ve şık bir hanımefendi olarak biliniyordu.

Padişah Vahdettin'in beşinci ve son eşi Zonguldaklı çıktı...


Padişah Vahdettin'in beşinci ve son eşi Zonguldaklı çıktı...


Osmanlı İmparatorluğu`nun son padişahı Vahdettin'in beşinci ve son hanımı Zonguldaklı bir bahçıvanın kızı... Babasının ismi aslen Bartınlı olan Abaza Bahçıvan Saban Efendi ile kıvırcık Hatice Hanım’ın kızı: Nimet NEVZAD Hanımefendi...

Nikâh kıyılmadan evvel ağalar şahit olduklarına dair yemin ettiler, biz nedimeler de efendimize vekâleten yeni hanımefendiyi kabul ettiklerine dair yemin ettik, sonra nikâh kıyıldı. Şimdi başhazinedar usta, Zat-ı Şahane’nin önünde diz kırarak elinde tuttuğu gümüş mahfazayı açarak içinde bulunan gümüş mührü yeni hanımefendinin eline koydu:
 - Sizi II. İkbal ilân ediyorum, inşallah hayırlı bir zevce ve saray için şerefli bir hanımefendi olursunuz, dedi.
 Bu mührün üzerinde “İsmetlü II. İkbal Nevzad Hanımefendi Hazretleri” yazmakta idi.
 Bilâhare Zat-ı Şahane köşkü maiyeti ile beraber terk etti O gün akşama kadar vükelâ ve vüzera haremleri köşke teşrif edip yeni hanımefendiyi selâmladılar. Akşam saat dokuza kadar bu şenlik böylece devam etti. Nevzad Hanım namına İstanbul’daki fakirlere yiyecek dağıtılmış, bazılarına da para yardımında bulunulmuştu…
Düğünden üç gün sonra Zat-ı Şahane, Nevzad Hanım’a birinci rütbe şefkat nişanını ihsan etmiştir.”
Vahdettin  1922‘de Ülkeyi terk etmek zorunda kalması ile Istanbul`da kalan Nevzat Hanım,Vahdettin`in kendisine torbalar dolusu mektubunda yanına caığırması sonrasında Sanremo`ya gitmiştir.
Kendisinin Vahdettin’den çocuğu bulunmadığı için çocuğu olmayan padişah hanımlarına verilen ünvan IKBAL olarak kalıyor...
Vahdettin’in ölümünden sonra Türkiye`ye geri dönüp Bir kaptan ile tekrar evlilik yapıyor. Biri kız bir erkek ikiz çocukları oluyor..
Vahdettin’in 5 hanımından ikisi daha sonra tekrar evlenmiştir..
1901 Doğumlu Nimet NEVZAT, Vahdettin ile evlendiğinde sadece 21 yaşında.
Ancak bir sene kadar sarayda durabiliyor.
1922 Yılında Vahdettin’ in ardından  ülkeyi terk etmek zorunda kalıyor..
1926`da Vefat eden Vahdettin’in ölümü sonrası  konan tabutuna haciz ve borçları sebebi ile çok zor günler geçiriyor..
Osmanlı İmparatorluğu`nun son  gelini olan Nevzat Nanım, geçmişin ağır yenilgisini sarayda sadece bir sene yaşamasına rağmen omuzlarında hissediyor.
O günleri anılarında yazdığı duygularla söyle anlatıyor.
"Penceremden bakıyorum. Mavi deniz, palmiyeler, bahçeler, birbirinden güzel köşkler, ufukta kotralar. Sanremo’nun bu manzarası cenneti andırıyor; fakat ben kendim cennette değilim. Bu manzarayı cehennemin bir köşesinden görüyorum. Kendime mahsus bir cehennem. Bulunduğum katın bir odasında bir tabut var. Günlerden beri burada duruyor. Bu tabutta Osmanlı Hanedanının son hükümdarı Sultan Altıncı Mehmed Han yatıyor. Mehmed Vahdettin benim kocam. Talihin hayat yoldaşı diye karşıma çıkardığı insan. Ölümüne acıyor muyum? Bilmem. Ortada birden bire kırılmış itiyatların boşluğu var. Bu boşluğu etrafımda duyuyorum; fakat bu ölüye karşı bendeki asıl kuvvetli his, acımaktan ziyade gıpta etmek. Ne mutlu ona, diyorum. Ölüm gibi bir nimete kavuştu. Bazen içimden geliyor. Talihe yardım etsem, bu nimeti kendi elimle arasam. Ben dindar bir kadınım. Bütün benliğim böyle bir duyguya karşı isyan ediyor. Bu vücut bana emanet bir şey. El kaldırmaya ne hakkım var. Tüylerim ürpererek düşünüyorum. İki saat sonra gece olacak. Her tarafı karanlık basacak. Faturalar ödenmediği için elektrik, su ve hava gazı yok, hepsi kesik. Bütün bir gece karanlık geçecek. Günden güne etrafa bir kat daha yayılan ölüm kokusunu daha korkunç bir suretle duyacağım."
1927‘de tekrar Türkiye`ye dönen Nimet Nevzat Hanım bir Kaptan ile evleniyor.
Ömrünün geri kalanını bir yalıda geçiriyor.
Beş kere hacca giden Nimet Hanım 1992 yılında Vahdettin’in ölümünden 66 yıl sonra 90 yaşında İstanbul`da hayata gözlerini yumuyor.
 http://www.pusulagazetesi.com.tr/padisah-vahdettinin-besinci-ve-son-esi-zonguldakli-cikti-85172-haberler.html

İSLAM HALİFESİNİN KIZI NEDEN TESETTÜRLÜ DEĞİL?



https://onedio.com/haber/gercek-osmanli-torunlari-392434?fbclid=IwAR2z8nbXq1smjVfiwC3VAYvKTSeU8jG5sVZ-xLBUlOD_yekLDrxAHZe0mOg



PADİŞAH KIZI VE KIZLI-ERKEKLİ EĞLENCE ORTAMI



SON DÖNEM PADİŞAH KIZLARININ BAŞI NEDEN AÇIK?

Cennet mekân Abdülhamid Han'ın kızı Ayşe Sultan diyor ki :

" Ben Ayşe Osmanoğlu, 2.Abdülhamid'in onuncu evlâdı ve kızlarının altıncısı olarak 1887'de İstanbul'da Yıldız Sarayı'nda dünyaya geldim.
Hakiki bir Türk terbiyesi ve sağlam bir dini itikad ile büyüdüm.
Türk oğlu Türk, Osman Gazi'nin neslinden geldigimi hiç bir zaman unutmadım ve büyük ecdâdımın memlekete yaptıkları hizmetlerden doğan iftiharı daima kalbimde taşıdım.
Otuz seneye yakın,aziz vatanın hasret acısıyla Fransa'da meyus bir hayat geçirdikten sonra;
sevgili memleketime kavuşmuş olmaktan dolayı kendimi ne kadar bahtiyar hissettiğimi söylemek ihtiyacımdayım.
Ailemizin genci ve ihtiyarı, bu otuz yıllık zaman içinde Türk milletinin selâmet ve saadetine dua etmeyi hayat düsturu saymışlar,
Türk oğlu Türk olduklarını unutmayarak mukaderrata tâbi olmuşlardır."


YUNAN GAZETESİ


SENE 1925


CAN YAKAN SORU;



23 Kasım 2019 Cumartesi

Fransızlar, Cezayir’de dünyanın nadir gördüğü bir katliam ve soykırım uygulamışlardır.


Fransızlar, Cezayir’de dünyanın nadir gördüğü bir katliam ve soykırım uygulamışlardır.

Cezayir, ilk kez 1830 yılında bir Fransız kolonisi oldu. Cezayir halkı, Fransız koloni yönetimine karşı ayaklandığında, Fransızlar koloni karşıtı ayaklanmayı bastırmak için ülkeye 400 bin asker yerleştirdi.


Fransız kolonel güçleri, kolonel yönetime karşı çıkan ayaklanmaya karşı doğudaki birkaç kente hava ve kara saldırısı düzenledi, özellikle de Setif ve Guelma’ya. Bu sıkı önlemler birkaç gün sürdü ve Cezayir Devleti’ne göre geride 45 bin ölü insan bıraktı. Avrupalı tarihçiler, bu rakamı 15 bin ya da 20 bin olarak kayda geçti. Fansız saldırıları sadece Cezayir topraklarında değil, Fransa’nın içinde de devam etti. 1961 yılındaki Paris katliamı buna en canlı örnektir: 17 Ekim tarihinde, Fransız polisi ülkelerinin Fransız koloni yönetiminden bağımsızlığını kazanmasını talep eden silâhsız Cezayirli göstericilerin üzerine ateş açtı. Bu saldırıda kaç göstericinin öldüğü hâlâ net değil; ancak tahminler 32 ila 200 kişi arasında değişiyor. Bu olay, 1999 yılına kadar resmi olarak doğrulanmamıştı. O tarihe kadar tüm Fransız hükümetleri gerçeği saklamışlardı.
Bağımsızlık savaşı boyunca da idamlar ve geniş çaplı tutuklamalar oldu. Pek çok Avrupalı hukukçu suçlananları savunmayı reddetti. Köylüler havadan bombalandı ve denizden kruvazörlerle top ateşine maruz bırakıldılar. Bu saldırılar rast gele yapılıyordu. Amaç sadece ayaklananları cezalandırmak değil, aynı zamanda tüm Müslüman nüfusa yerini ve haddini bilmesini öğretmekti. Yerleşimciler kendi resmi olmayan ölüm timlerini kurdular ve binlerce Müslüman öldürdüler. Alman ve İtalyan savaş tutukluları, bu katliamda yer almaları amacıyla serbest bırakıldı. 
1945 katliamları ise Fransızların Cezayir’de giriştiği en trajik katliamlardan biri oldu. Le Monde gazetesinin de aktardığı gibi, “Fransa, 8 Mayıs 1945’te Avrupa’da zaferi kutlarken, bu ülkenin ordusu Setif ve Guelma’da binlerce masum sivili katlediyordu; bu olaylar Cezayir bağımsızlığının gerçek başlangıcı olmuştu.”
Ahmed Bin Bella’nın da dile getirdiği gibi Fransızlar, insanlara ve Cezayir kültürüne karşı bir soykırım işlemişti: “Cezayir’in yerli halkının büyük bir bölümü Fransız kolonel yönetiminin başlarında yok edilmişti, 1830’da dört milyonun üzerinde, 1890’da ise 2,5 milyon kişi öldürülmüştü. Sistematik soykırım, Cezayir kültürel kimliğinin vahşice ezilmesiyle sürdürüldü. Yerli Cezayirliler Fransız tebaasıydı ancak İslâm dinini ve Arap kültürünü reddettiklerinde Fransız vatandaşı olabiliyorlardı. Bu acımasız kültürsüzleştirme politikası, geriye kalan Cezayirlilerin kendi anadilleri olan Arapça konuşmamaları yönündeki baskı ve Fransız kolonel kültürü dayatması ile sürdü. Cezayir’in yerli Müslüman halkının silâh taşımasına ya da kendi politik toplantılarını düzenlemesine izin verilmedi. Katı yasalara maruz bırakıldılar, hatta evlerini ya da köylerini terk etme konusunda bile kolonel yönetimlerinin onayı gerekiyordu.
Cezayir soykırımı kurbanı
Dahası, 2005 yılındaki El Cezire televizyonundaki bir röportajında Ahmed Bin Bella, yüzlerce Cezayirlinin 17 Ekim 1961’de canlı canlı La Sinn Nehri’ne atıldığını ve sürüklenmelerinin seyredildiğini anlatmıştı. Çünkü bu insanlar bağımsızlık istiyor ve Fransız yönetimine karşı ayaklanıyordu. Cezayir gazetesi, la Tribune’in editörü Abdülkerim Gazali, Fransa’nın bağımsız ve egemen Cezayir’in işgalini, Nazi Almanya’sının pek çok Avrupa ülkesini işgaline benzetmiş ve bunun ırkçılık olduğunu yazmıştı. 2005 yılında Cezayir, Fransa’dan kolonel yönetimi sırasında işlediği suçlardan dolayı özür dilemesini talep etti. Cezayir Senatosu sözcüsü Amar Bakhouche, Fransa’nın katliamlar için özür dilememesine tepki göstermişti. Bu konuda Fransa’daki arşivler bugüne kadar kapalı tutuldu. Fransızlar, katliam ve soykırıma dair tüm belgeleri topladı. Pek çok kişi için kapalı tutulan bu arşivler, Fransa’nın Cezayir’deki soykırımının birer kanıtı. Bakhouche, Fransa’nın arşivlerini kapalı tutmasına da tepki gösterdi. Bakhouche, bu dönemde tutulan arşivlerin büyük bir bölümünün Fransa’ya götürüldüğünü ve gizlendiğini belirtiyor: “Arşivler Fransız ve Cezayirlilere açık değil. Bir an önce bunların kamuya açılmasını istiyoruz.” 
Fransız Parlamentosu’nun, sözde Ermeni soykırımını inkârı suç sayan kararına karşılık Türk Parlamentosu da Fransızların Cezayir’de işlediği soykırımı yasadışı sayan bir tasarıyı gündemine alıyor. Cezayirliler şimdi her 8 Mayıs’ta Fransa’nın Setif kentinde 45 bin Cezayirliyi öldürmesini ve işkenceleri anıyor ve yürüyüşler düzenliyor. Bu yılın Nisan ayındaki Paris ziyaretinde Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülaziz Bouteflika, “Kolonileştirme; kimliğimizi, tarihimizi, dilimizi ve geleneklerimizi soykırıma uğrattı” demişti. Fransa’nın tüm çağrılara rağmen soykırım konusundaki olumsuz tavrı nedeniyle 2005 yılında yürürlüğe girmesi beklenen Cezayir-Fransız dostluk anlaşması gerçekleşmedi. Bununla birlikte, ilişkilerin normalleşmesi de çok yavaş ilerliyor. Cezayir her daim, Fransa’nın soykırım için bir özür dilemesini umut etti ve bunun ilişkilerin düzelmesi için gerekli olduğunu belirtti[1].

Fransa Osmanlı’daki Ermenileri İsyana Teşvik etti

Fransa’daki Ermeni toplumunun temelleri 1880’li yıllarda Marsilya’da Mighirditch Portokalian tarafından atılmıştır. Mighirditch Portokalian’ın yurttaşlığa geçme ile ilgili Fransa Cumhurbaşkanına sunduğu dilekçe üzerine, 18 Ekim 1892 tarihli kararname ile medeni haklardan yararlanması için, Fransa’da yerleşmesine izin verilmiştir[2]. 
Başlangıçta Paris’te yaşayan az sayıda Ermeni vardı[3]. Ermeniler İstanbul’da toplanan bir konferansta, Berlin Antlaşma’sının 61. maddesinin uygulanmasını Fransa’nın ele almasını sağlamak amacıyla Fransa Dışişleri Bakanı nezdinde girişimde bulunmuşlardır. 
Gayesi, Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi ile Türkiye Ermenilerine vaat edilen mahalli otonominin süratle tesisi için bütün kanuni propaganda vasıtalarını kullanmak ve antlaşmayı imzalayan devletler nezdinde girişimde bulunmaktı.
Paris’te, Armenia başlıklı Fransızca bir gazete basılmakta; müdür olarak da başında Minasse Tcheraz bulunmaktaydı[4]. Ayrıca Haıssadan gazetesi yazarı Jean Broussali, bazı ülkeler nezdinde propaganda faaliyetlerine girişmiş ve Ermeniler lehine müdahale edilmesini sağlamaya çalışmıştır.
Paris’te faaliyetlerde bulunan Ermeni Komitesi Fransız Dışişleri Bakanlığı’na Osmanlı Hükümeti aleyhine gayet ağır bir dilekçe vermiş, Ermenilerin Bakan’ı görmek istekleri reddedilmiş fakat dilekçeleri kabul edilmiştir.
Zeytun Ermenilerinden bir şef ve kendisini Prens olarak tanıtan Haroutioun Tchakirian Londra’dan Paris’e gelmişler, bazı Fransız gazete bürolarını ziyaret etmişlerdir[5].
Fransa’da bulunan Ermeniler, Fransa Dışişleri bakanından Bitlis’te bir konsolos bulundurmasını istemişlerdir. Bunun üzerine adı geçen bakan, Musul konsolos memurunun Siirt, Bitlis ve Muş’a uğrayak Van’a kadar bir seyahat yapması için emir vermiştir[6]. 
Fransa’daki Ermeniler, 1909 yılı Nisan ayında Adana’da meydana gelen olaylar üzerine, Adana olaylarını protesto etmek, şikâyetlerini sunmak ve Adana meselelerinde hükümetin sözde taraflılığını protesto etmek amacıyla, bir miting hazırlamışlardır. Toplantı 30 Eylül günü yapılmış, yaklaşık iki yüz elli kişi bu toplantıya katılmıştır. Toplanan kişiler Paris’teki Ermeni topluluğunu Adana’daki öldürme olaylarının cezalandırılmamasıyla ilgili olarak Ermeni patriğinin protestosuna katılmaları ve aynı anda bu protestolarını Osmanlı Millet Meclisi’ne ve İstanbul’daki Ermeni Millet Meclisi’ne iletmeleri hususunda davet eden bir önergeyi kabul etmişlerdir[7].
Bunun üzerine Osmanlı Hükümeti harekete geçmiş ve Paris Büyükelçiliği vasıtasıyla bütün yabancı gazetelere bir tebligat göndermiştir[8]. Paris Büyükelçiliği tarafından Temps gazetesine verilen 24 Mayıs tarihli notayı Druşak Ermeni Komitesi, aynı gazeteye gönderdiği bir mektupla protesto etmiştir[9]. 
1912 yılı Aralık ayının sonlarında Paris Ermeni Arhimandriti Vramşabuh Kibaryan Efendi, Londra Büyükelçiler Konferansı’nda Ermeni meselesinin de bahis konusu edilip çözümlenmesini temenni hususunda Fransa cumhurbaşkanına bir mektup göndermiş ve bu mektup Temps gazetesinde yayınlanmıştır. 
Türkiye ile Türkler hakkında ağır ifadelerle dolu olan mektupta, Berlin Antlaşması’na imza koyan devletlerle beraber Balkan Savaşı’ndan dolayı bütün meselelerin çözüme kavuşurulması için hemen başlanacak olan müzakereler esnasında Ermeni meselesinin de görüşülmesi Mösyö Fallieres’ten rica olunmuştur[10].
Birinci Dünya Savaşı başladıktan sonra Osmanlı Devleti genel seferberlik ilan etmiştir. Fransa’da bulunan Ermeniler ise Marsilya Rahibi Yagişe Efendi’nin delâletiyle, Nouridjan Efendi’nin başkanlığında bir Ermeni Gönüllü Komitesi kurmuşlardır. Bunlar seferberlik nedeniyle ülkelerine dönmek isteyen bazı Ermeni gençlerini kandırarak Fransa ordusuna gönüllü kaydettirmeye ve hatta bazılarını da tehdit ve korkutma yoluyla gönüllü yazmaya çalışmışlardır. 
Ayrıca Alber Foe adlı şahıs ile Şerif Paşa askerlikle yükümlü diğer Osmanlı tebaasını memleketlerine gitmekten vazgeçirerek Paris’te gönüllü yazılmaları için teşvik etmişlerdir. Cenevre Başkonsolosluğu’ndan alınan bir yazıdan Nouridjan’ın Ermenilerden asker toplayıp kaydetmekle görevli olduğu anlaşılmıştır[11].
Bu dönemde Ermeniler Fransızlara müracaat ederek, Fransız çıkarlarına hizmet etmek için gerekeni yapmaya hazır olduklarını bildirmişlerdir. Paris’teki Ermeni Komitesi Reisi Arşag Çobanyan, Fransa Dışişleri Bakanı Delcassè’ye bir mektup göndererek, Ermenilerin Fransa’nın Kilikya’daki çıkarlarına saygı gösterdiğini iletmiş ve Fransa’yı oraya davet etmiştir.
Fransızlar Ermenileri nasıl İç siyaset aracı olarak 
kullandılar?
Fransa’daki Ermeni taraftarları, Ermenileri kendi çıkarları için de kullanmışlardır. Anadolu’da ve Kafkasya’da yaşayan Ermenilere aşırı sevgisiyle bilinen eski Denizcilik Bakanı Mösyö Pelletan’ın başkanlığında yapılan bir toplantıda, Berlin Antlaşması kararlarının tam olarak uygulanmasının gerekli olduğuna dair bir karar alınması teklif edilmiştir. 
Fransız parlamenterlerden bazıları Ermenileri seçim malzemesi de yapmışlardır. Tekrar iktidara gelmek isteyen Sosyalist Parti, Ermeni işlerini kendini ön plana çıkarmak, seçimlerde ve parlamentoda faydalanmak amacıyla istismar etmiştir. Bu amaçla bir de miting düzenlenmiştir. Ermeni Dostları Komiteleri tarafından yapılan bu mitinge Pelletan başkanlık etmiştir. Miting tertipleyicilerinin asıl amacı özellikle Fransa’daki ruhban taraftarları partisini etkilemek, bazı önemli siyasileri ve esas olarak Doğu’daki Alman politikasını eleştirmekten ibaretti[12]. Toplantıya önayak olan Sosyalist milletvekillerin seçim zamanının yaklaşmakta olması yüzünden bu toplantılara katıldıkları anlaşılmıştır.

Fransa’daki Ermeni
faaliyetlerine karşı OsmanlI Devleti ne gibi tedbirler aldı?
Osmanlı Devleti, Fransa’da Ermeni faaliyetlerine karşı oldukça duyarlı davranmış, özellikle Paris Büyükelçiliği ve konsolosluklar vasıtasıyla her olayı anında haber almış ve gereken müdahaleleri yapmış, Ermenilerin basın yoluyla yaptıkları yalan ve iftiraları süratle cevaplamış, diğer devletlerden de bu propaganda ve eylemleri köstekleyecek tedbirler almalarını istemiştir[13].
Temps gazetesinde, Ermenistan ile ilgili düşmanca bir mektup yayınlanması üzerine Paris Büyükelçisi Ziya Paşa, bir daha düşmanca makaleler yayınlatılmayacağı hususunda Temps Müdürü Hebrart’tan söz almıştır[14].
Ermenilerin bazı Fransızları da kullanarak kamuoyunu etkileme çabalarına karşılık, Osmanlı Devleti de aynı metodu uygulayarak, Ermenilerin çabalarını etkisiz hale getirmeye çalışmıştır. Fransa Meclisi stenograflarından George Buisson Paris’te La Sociéte de Geographie salonunda Ermeni meselesi üzerine verdiği bir konferansta Anadolu’daki kargaşaların kökeni hakkında, Türkler lehine konuşmuştur[15].
1896 yılında Ermenilerin Osmanlı Bankası’na baskın yapmalarından sonra, Osmanlı Devleti’nin Fransa Hükümeti nezdindeki faaliyetleri oldukça artmıştır. Ermeni komiteciler eylemi gerçekleştirdikten sonra Fransa’ya kabul edilmişler ve orada bir takım faaliyetlerde bulunmuşlardır. 
Osmanlı Bankası 26 Ağustos sabahı işgal edilmiştir. Ermeniler isteklerini bildirmişler, devletler tarafından bu isteklerinin yerine getirilmesini istemişler, ayrıca bu çatışmalara katılanların serbest bırakılmasını, aksi takdirde bankayı havaya uçuracaklarını beyan etmişlerdir. 
Sonuç olarak, Banka Genel Müdürü Sir Edgar Vincent, Rus Büyükelçiliği Baştercümanı Maximoff ile birlikte saraya giderek konunun çözümlenmesi yetkisini almış ve eylemcilerin Türkiye’den serbestçe çıkışları garantiye bağlanmıştır[16].
Eylemciler Gironde adlı Fransız posta vapuruyla Marsilya’ya gitmek üzere yola çıkmışlardır[17]. Osmanlı Devleti hemen Fransa Hükümeti nezdinde faaliyete geçmiş, Paris Büyükelçisi Münir Bey, Fransa Dışişleri bakanının anarşistlerin işlediği suçlar konusunda dikkatini çekmek üzere suçluların cezalandırılması konusundaki istisnai durumların belli olduğuna dair bir not iletmiş, tehlikeli olan bu insanların Fransa’ya kabul edilmemesini istemiştir. Münir Bey’in bu girişimleri üzerine Fransa Hükümeti söz konusu anarşistleri Fransa’ya geldiklerinde tutuklamak ve onlara siyasî tutuklu muamelesi yapmak üzere tedbirler almış ve Marsilya Valisi’ne gerekli emirleri vermiştir[18].
Gironde vapurunda bulunan on yedi anarşist beşli gruplar halinde tutuklu olarak karaya çıkarılmışlardır[19]. Tutuklanan bu anarşistler, ailelerinin mevcudiyetini tehlikeye atmaktan çekindiklerini öne sürerek başlangıçta kimliklerini açıklamamışlar, İstanbul’da kendilerine aksi yönde söz verilmiş olmasına karşılık tutuklu bulunmaktan yakınmışlar, sonradan kimliklerini açıklamaya karar vermişler[20] ve hiç kimseyle görüştürülmemişlerdir[21].
Bitlis ve civarında meydana gelen Ermeni olayları üzerine Ermenilerin Fransa’daki faaliyetleri artmıştır. Ermeniler Fransız kamuoyunu kendi lehlerine döndürmeye, hükümet ve basın üzerinde etkili olmaya çalışmışlardır. Osmanlı Devleti Paris Büyükelçiliği vasıtasıyla Ermenilerin Fransa’daki faaliyetlerinin etkisini azaltmaya gayret etmiştir.

Fransa’daki Osmanlı büyükelçiliği ve konsoloslukları Ermeni faaliyetlerini nasıl takip ettiler?
Osmanlı Devleti, Fransa’da Ermeni faaliyetlerine karşı oldukça duyarlı davranmış, özellikle Paris Büyükelçiliği ve konsolosluklar vasıtasıyla her olayı anında haber alarak müdahale etmeye çalışmıştır. 
Osmanlı Devleti, Ermenilerin basın yoluyla yaptıkları yalan ve iftiraları süratle cevaplarken diğer devletlerden de bu propaganda ve eylemleri önleyecek tedbirler rica etmekteydi. 
Osmanlı Devleti, aleyhte yazılar yazan gazeteleri hemen uyarıyor, bu tarz yazıların bir daha yayınlanmaması için gerekenleri yapıyordu. Le Temps gazetesinin, Ermenistan ile ilgili düşmanca bir mektup yayınlanması üzerine Paris Sefiri Ziya Paşa, bir daha düşmanca makaleler yayınlatılmayacağı hususunda Le Temps Müdürü Hebrart’tan söz almıştı[22].
Osmanlı Devleti Fransa’daki Ermeni komitelerinin tam bir listesini ve üyelerini öğrenmek istemiş, fakat bu konuda Fransa hükümeti’nden gerekli yardımları alamamıştır. Bu şartlar altında arzu edilen sonuçlara ulaşmak maksadıyla özel araştırmalar yapmak için çalışmalar başlamıştı[23]. Marsilya Konsolosu Mavroyeni Bey yaptığı özel çalışmalar sonunda; böyle bir komite olmadığını bildiriyordu. Marsilya’daki Ermenilerin, diğer komitelerin özellikle de hepsinin başı olan Londra’dakinin faaliyetlerini her şartta desteklemeye katkı sağlamakta olduklarını tesbit etmişti. Buradaki Ermeni göçmenlerinin aşağı yukarı 60 kadar Osmanlı ve 25’ten fazla Rus tebaasından müteşekkil olduklarını ve aynı görüş ve düşünce etrafında toplanmakta olduklarını bildiriyordu[24].

Fransa’nın Anadolu Islahatı bahanesiyle Ermenİler lehine OsmanlI Devleti’ne
müdahalesİ nasıl oldu?
Fransa’nın Ermeniler lehine yaptığı müdahalelerde kullandığı yöntem şöyle işlemiştir: Meydana gelen olaylarla ilgili yalan yanlış, her türlü bilgiler yöredeki misyonerler veya Ermeniler tarafından konsolos yardımcısına veya konsolosa gönderilmiş, konsoloslar bu kaynaklardan aldıkları bilgileri İstanbul’daki Büyükelçiliğe, Büyükelçilik de olayla ilgili bilgileri bağlı olduğu Dışişleri bakanına iletilmiştir. Böylece haber bütün Avrupa basınına ve bu işle uğraşanlara ulaştırılmış oluyordu. 
Geleneksel olarak İstanbul’da uzun süre çalışan Fransız büyükelçileri çok geniş yetkilere sahip olmuşlardır. Osmanlı meselelerine yatkınlıkları ve politika talimatlarını uygulamada kendilerine tanınan hatırı sayılır hareket serbestliği bu yetkileri güçlendirmiştir. Konsoloslar birçok önemli işlevi yerine getirmişlerdir. Fransızların ve Fransa’nın koruması altında onlar adına müdahalede bulunmuşlardır.
Anadolu vilayetlerinde bulunan Fransız konsolosları Büyükelçiliğe asılsız telgraflar çekip, duydukları her şeyi gerçekmiş gibi anlatarak ortamın gerginleşmesine yol açmışlardır. Bu telgrafları alan İstanbul’daki büyükelçi de Osmanlı Hükümeti nezdinde girişimlerde bulunmuş, adeta bir baskı uygulamıştır.
Fransa, Osmanlı mahkemelerinin verdiği kararlara da saygı duymamış, adli müdahalelerde bulunmuştur. Fransa’nın Anadolu’da görevli konsolosları Ermeniler lehine her türlü müdahalede bulunarak Osmanlı Devleti’ni idari açıdan güç durumda bırakmışlar, içişlerine müdahale etmişlerdir. Kendi mezhepdaşlarını himaye hususunda son derece titiz davranmışlar, sorgulanmak istenen kişileri korumuşlar, Büyükelçilik harekete geçerek Bâbıâlî nezdinde, bu girişimden vazgeçilmesi için müracaatlarda bulunmuş, Bâbıâlî de bu tür başvurular karşısında girişimlerinden vazgeçmek zorunda kalmıştır. Bazı durumlarda Büyükelçilik tutuklu kişilerin bile serbest bırakılmasını talep edebilmiştir[25].
Fransa Büyükelçisi Paul Cambon Ermeni meselesi hakkında telgraf ajansları ve bazı gazete muhabirleriyle görüşmüş, onların çekecekleri telgrafları bizzat görmüş, onun onayından geçtikten sonra bu telgraflar gönderilmiştir. Böylece İstanbul kaynaklı olarak Avrupa basınında çıkan Osmanlı Devleti aleyhindeki yazıların hangi yollarla edinildiği anlaşılmıştır. Gerek Ajans Havass, gerekse Ajans Reuter tarafından yayınlanan telgraflar Fransa Büyükelçiliği’ne bildirildikten sonra gönderilmiştir[26].

DİPNOTLAR:

[1] Prof. Dr. Ali Al-Hail, Sistematik soykırım mı, alın size Cezayir!, 16.10.2006 tarihli Zaman Gazetesi.
[2] BA, HR. SYS. 2749/110.
[3] Yusuf Sarınay, “Fransa’nın Ermenilere Yönelik Politikasının Tarihi Temelleri (1878-1918)”, Ermeni Araştırmaları, 7, Ankara 2002, s. 58, 59.
[4] BA, HR. SYS. 2749/110.
[5] BA, HR. SYS. 2748/7-83.
[6] BA, Y. MTV. 233/80.
[7] BA, HR. SYS. 2750/76; İkdam, no: 5363, 2 Mayıs 1909.
[8] Tanin, no: 264, 28 Mayıs 1909; ayrıca bkz. Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, s. 567, 568.
[9] Tanin, no: 268, 1 Haziran 1909; ayrıca bkz. Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, s. 568
[10] BA, HR. SYS. 2750/77.
[11] BA, HR . SYS. 2141/3.
[12] BA, HR. SYS. 2866/32; BA, HR. SYS. 2750/49.
[13] Yusuf Sarınay, “Fransa’nın Ermenilere Yönelik Politikasının Tarihi Temelleri”, s. 62.
[14] BA, HR. SYS. 2748/59.
[15] BA, HR. SYS. 2748/73.
[16] Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara 1983, s. 164, 165.
[17] BA, HR. SYS. 2832/19.
[18] BA, HR. SYS. 2802-4/11. 
[19] BA, HR. SYS. 2802-4/15; BA, HR. SYS. 2802-4/18.
[20] BA, HR. SYS. 2802-4/16.
[21] BA, HR. SYS. 2802-4/19-21. 
[22] BA, HR. SYS. 2748/59.
[23] BA, HR. SYS. 2788/16.
[24] BA, HR. SYS. 2788/16.
[25] Yusuf Sarınay, “Fransa’nın Ermenilere Yönelik Politikasının Tarihi Temelleri”, s. 64, 65.
[26] BA, Y. PRK. AZJ. 28/23; Yusuf Sarınay, “Fransa’nın Ermenilere Yönelik Politikasının Tarihi Temelleri”, s. 64, 65.


https://www.yeniasya.com.tr/ahmed-akgunduz/fransizlar-cezayir-de-dunyanin-nadir-gordugu-bir-katliam-ve-soykirim-uygulamislardir_204577

ALLAH YAZMANIN YASAK OLDUĞU YILLAR


Kendilerini kahraman yapan bebek katili Venizelos ile kol kola girenler


Kendilerini kahraman yapan bebek katili Venizelos ile kol kola girenler bize yazdıklarını tarih diye yutturamazlar.

Atatürk'ün Arap aşkı: Müniretül Mehdiye


Atatürk'ün Arap aşkı: Müniretül Mehdiye

"Sesi plağa kaydedilen ilk Arap sanatçı olan ve döneminde çok tanınan, sevilen Mısırlı Müniretül Mehdiye, o dönem Kahire’de bulunan Mustafa Kemal Atatürk’ün de dikkatini çekmişti"
Münire, 1885’te Mısır’da mütevazı bir evde doğdu. Yaşam şartları o ve ailesi için çok zordu. Henüz çocukken annesini kaybetti. Ondan iki yıl sonra da babasını.

Ancak yoksulluk ve kayıplar, onu şarkı söylemekten alıkoymadı. Küçüklüğünden beri şarkıya merakı olan Münire, 30 yıl sonra siyasilerin, komutanların, edebiyatçıların hayranlıkla dinlediği bir sanatçı haline gelecekti.


İlber Ortaylı’nın Atatürk kitabı Arapça'ya çevrildi

“Sahneyi büyüleyen” anlamına gelen “mutribe” lakabını alan Münire, Arap müziğinde devrim yarattı. Öyle ki hakkında yazılan “Sultan Münire, Ondan Önce ve Ondan Sonra Mısır’da Müzik” kitabı, onun Arap müzik kültürüne etkisini anlatıyor.

Soyismini aldığı Münire köyünde ve çevresindeki mekanlarda şarkı söylemeye başladı.

Onu keşfeden Muhammed Ferec tarafından Kahire’ye götürüldü ve efsanevi sanat hayatı başlamış oldu.


Kısa süre sonra ünlenen Münire, Nezhetün Nüfus isimli özel bir kulüp açtı.

Bu kafe, bir süre sonra ünlenecek ve Trablusgarp savaşından dolayı Kahire’de olan Mustafa Kemal’in de dikkatini çekecekti.

Münire’nin mekanı, kısa sürede fikir adamları, siyasiler, sanat insanlarının uğrak noktası haline geldi.

Münire, “sahneyi büyüleyen sultan” anlamına gelen “Sultanüt Tarb” lakabını burada aldı.

Her ne kadar İngilizler kendilerine muhalif olduğu için sık sık bu mekanı kapatsa da, Münire tekrar tekrar sahneye çıkmaktan vazgeçmedi.

O dönem Mısır radyolarında en çok Müniretül Mehdiye’nin sesi duyuluyordu.

Atatürk’le karşılaşması

Münire ile aynı dönemde yaşayan Mısırlı opera sanatçısı Ratiba el-Hefni, Mustafa Kemal ile Münire arasındaki aşk iddiasını “Sultan Münivetül Mehdiye” adlı kitabında şöyle anlatır:

münire
Müniretül Mehdiye kitabı

1912’de Trablusgarp savaşı sonrası Kahire’ye uğrayan Mustafa Kemal, arkadaşlarıyla birlikte Nezhetün Nüfus adlı mekana gelir. Burada Müniretül Mehdiye’yi dinleyen Atatürk, sesine hayran kalır.

Münire, en önde oturan ve kendisini sürekli alkışlayan Mustafa Kemal’in bir Türk askeri olduğunu öğrenir ve Türkçe şarkılar söylemeye başlar.

Ancak sahnede Atatürk’ün dikkatini çeken bir başkası da vardır. O da Yahudi rakkas Liza.

Dansçısının Mustafa Kemal’i kaldığı otelde ziyaret edeceğini öğrenen Münire, Mustafa Kemal’in karşısında ona bir tokat atar.

Mustafa Kemal, Kahire’de bulunduğu sürede her gün Nezhetün Nüfus’a uğrayarak burada Münire şerefine şampanya açtırır.

Yıllar sonra Münire, 1928 yılında İstanbul’dan konser daveti alır. Münire’nin gelişini İkdam gazetesi “Türkiye’ye hoş geldin” başlığıyla duyurmuştur.



münivetül mehdiye
Müniretül Mehdiye gitarı / Fotoğraf: Elrsla


Türkiye’ye geldikten sonra kendisini davet eden kişi olan Atatürk’ü görür ve onun yıllar önce tanıştığı Yarbay Mustafa Kemal olduğunu öğrenince şoke olur.

Ancak Münire’yi şaşırtan sadece bu değildir. Yıllar önce dansçılığını yapan Liza yine Atatürk’ün yanındadır. Atatürk, şaşkınlığını gizleyemeyen Münire’ye “Merak etme, Liza il evli değiliz” der.

Münire, 8 Ağustos 1928'de Sarayburnu'nda çıktığı sahnede karşısında oturan Atatürk’e “Melek ruhlum” adlı şarkıyı söyler.

Atatürk, sesine hayran kaldığı Münire’nin saatlerce sahnede kalmasını sağlar. Münire'nin söylediği şarkının her mısrasının sonunda “Gel gel, ayaklarınla gel sevgilim” sözleri geçer.

Kitabın yazarı Ratiba el-Hefni’ye göre bu sözlerden etkilenen Mustafa Kemal Atatürk kendisine evlenme teklif eder ve ailesiyle vedalaşması için Mısır’a dönmesine izin verir. Ancak Kahire'ye döndükten sonra sorunlar yaşayan Münire İstanbul’a geri dönmez.

Konserden sonra Atatürk'ün Münire'ye batı müziğini önerdiği de bazı makalelerde yer alan bilgilerden biri. Buna göre Atatürk konser sonrasında Münire'nin yanına giderek ona "Batı müziği hakkında ne düşünüyorsun" dedi. Münire ise batı müziğini reddetti. Atatürk buna karşın, "Sesin harika. Yeteneğini duyurmak için batı müziğine ihtiyacın. Eğer öyle yaparsan uluslararası bir ün kazanırsın" sözleriyele karşılık verdi.



müniretül mehdiye
Şarkıcı Abdulaziz Halil (solda), Kahire Kadısı Şeyh Yunus (sağda), Müniretül Mehdiye ile beraber / Fotoğraf: Dotmsr


Gazeteci yazar Turan Kışlakçı'ya göre, bu konserden sonra ülkesine dönen Münire, tahtını “Şark Yıldızı” olan Ümmü Gülsüm’e kaptırdı ve yavaş yavaş sahnelerden çekilmeye başladı

Büyüleyici sesinin yanı sıra Mısır'daki İngiliz kuvvetlere karşı mücadelesini sürdüren ve sanatını icra eden ve tüm Arap coğrafyası tarafından tanınan Münire, 1960’ta birinci derece devlet nişanesi aldı.

Sadece Mısır değil, Merakeş Kralı, Tunus Valisi ve diğer Arap yöneticiler kendisine birçok ödül verdi.

Adı, dünyanın en iyilerinin listelendiği İtalya Kralı Altın Kitabı’na girdi.

1884’de Mehdiye köyünde dünyaya gelen Müniretül Mehdiye, 1965’te Kahire’de hayata veda etti.


Bu yazı için yararlanılan kaynaklar:

https://raseef22.com/article/95532

https://middle-east-online.com/ا%

https://www.dostor.org/2172853

https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/mustafa-kemalin-arap-aski/451004


Independent Türkçe


https://www.independentturkish.com/node/34106/kültür/atatürkün-arap-aşkı-müniretül-mehdiye