Osmanlı da Kardeş
Katli
Osmanlı Devletlinde kardeş katli, bazı tarihçiler
tarafından vahşet ve saltanat uğruna insan katliamı olarak anlatılmaktadır.
Kardeş katli meselesinin Kanunnâmedeki dayanağı olan madde nasıldır?
Kanunnâmenin ihtilâfa
yol açan ve farklı fikirlerin doğmasına sebep olan asıl maddesi, kardeş katli
meselesi ile alâkalı şu maddedir: "Ve her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser
ola, karındaşların nizâm-ı âlem içün katletmek münâsibdlr. Ekseri ulemâ dahi
tecviz etmiştir. Anınla âmil olalar".
Acaba bu maddenin mânâ ve mefhumunun İslâm hukukundaki
izahı nasıldır? şayet bu madde sahih ve İslâm Hukukuna uygun ise, Osmanlı
tatbikatındaki örnekler, bu kanuna ne derece uygundur? Şer'î hükümlere ters
düşen, Osmanlı tatbikatı mıdır yoksa bu kanun maddesi midir? Bütün bu ve benzeri
suallerin doğru cevabı nedir? Bütün bu konulan, önemine binâen, ayrı ayrı
sorulanın cevaplarında tartışalım.
Kardeş katli
meselesinin şer'î dayanağı var mıdır?
Bu sorunun cevabı, ilgili maddenin de izahı demektir.
Önce İslâm hukukundaki suç ve cezaları görelim: Bilindiği gibi İslâm Hukukunda,
üç çeşit suç ve ceza vardır:
a) Had suç
ve cezalarıdır. Hırsızlık (hadd-i şirb), yol kesmek (kat'-ı tarik), zina (hadd-i
zina), dinden dönmek (irtidâd) ve devlete isyan (bağy) suçlarından ibaret olan
bu suçların, unsurları teşekkül ettiği takdirde, tatbik edilecek cezaları, Allah
ve Resulü tarafından tesbit edilmiştir. Bunlarda mühim olan, unsurların
teşekkülüdür. Unsurlardan birisi eksik olursa had cezası tatbik edilmez; ancak
ülü'l-emr tarafından tesbit edilecek ta'zîr cezaları uygulanır. Meselâ, dört
şahidle zina yaptığı isbat edilemeyen suçluya, zina haddi tatbik edilmeyecektir.
Ancak üç şahitle zina yaptığı isbat edilen suçlu, bütün bütün cezasız da
bırakılmayacaktır. İşte unsurları teşekkül etmeyen bu suçlara tatbik edilecek
cezalara ta'zîr cezaları denir ve ülü'l-emr tarafından tesbit edilir.
b) Şahsa karşı işlenen cinayet suçlarıdır ki,
cezaları kısas veya diyettir. Bunların da çoğu cezaları, Allah ve Resulü
tarafından tesbit edilmiştir.
c) Tazir
suç ve cezalarıdır ki, biraz önce zikredilen had veya cinayet gruplarına
girmeyen (esrar içmek gibi) yahut girdiği halde o cezaların tatbiki için gerekli
unsurlara sahip olmayan (üç şahitle İsbat edilen zina suçu gibi) suç ve
cezalardır. İşte bu bölümde ülü'l-emrin tesbit ettiği veya kadı tarafından
takdir edilen cezalar tatbik edilecektir.
Bu kısa mukaddimeden sonra, kardeş katli ve bunu
emreden kanun maddesinin tahlilini, yapabiliriz: Her hukuk sisteminde, Osmanlı
Hukukunda nizâm-ı âlem yani âlemin nizâmı, günümüzdeki ifadesiyle kamu düzeni ve
kamu yararı için vaz'edilen idam cezaları vardır. Biraz sonra açıklayacağımız
veçhile, Türk Ceza kanunun 125 ile 163 maddeleri arasındaki bütün hükümleri,
devlete yani âlemin nizâmına karşı işlenen suçları tanzim etmekte ve daha
birinci maddesinde devletin toprağı ve bağımsızlığını dağıtmaya ve bölmeye
ma'tuf bütün hareketleri, idam cezası ile cezalandırmaktadır. Dünyadaki bütün
ceza hukuku sistemlerinde de, devlete isyan suçları, benzeri hükümlerle
önlenmeye çalışılmıştır.
Şimdi bu tür hükümlerin, İslâm hukukunda nasıl yer
aldığını ve bu hükümlerin Fâtih'in kanunnâmesindeki hükümle nasıl
bağdaştırılabildiğini açıklamaya çalışalım.
A) Bağy (Devlete
İsyan) Suçunun Tatbiki Sonucu Kardeşlerin Katledilme Meselesi: Kardeş
katli meselesinin birinci şer'î dayanağı, her hukuk nizâmında bulunan devlete
isyan suçudur. Biraz önce açıkladığımız gibi, devlete isyan suçu, İslâm
hukukunda, had suç ve cezaları arasında yer alan bağy adı altında düzenlenmiş ve
unsurları tahakkuk ettiği takdirde idam cezası İle cezalandırılmıştır. Bağy
suçunun unsurları, devlete (imama, sultana) karşı ayaklanmak, kuvvet kullanarak
iktidarı ele geçirmeyi amaçlamak (muğalebe) ve açık bir isyan kasdı içinde
bulunmaktır. Bağy suçunun cezaları, unsurlarının tahakkukuna göre değişir:
Sultândan farklı düşündüğü halde bir isyan grubu teşkil etmeyen ve bir yerde
toplanarak baş kaldırmayanlara dokunulmamalıdır. Propaganda yaparlarsa ikaz
edilirler, ileri giderlerse ta'zîr cezaları ile cezalandırılırlar. Devlete isyan
ettikleri an, savaşla yola getirilirler ve cezaları idamdır. Yalnız bunlar
Müslüman oldukları için, çoluk-çocukları esir edilmez ve malları ganimet
sayılmaz. Bunlara verilen Ölüm cezası bir had cezasıdır ve hikmeti de devleti
yani nizâm-ı âlemi korumaktır.
İşte Osmanlı hukukçuları, padişahın meşru emirlerine
yapılan her çeşit itaatsizliği, umumi rahatı ve nizâm-ı âlemi ihlal edecek olan
her türlü isyanı ve memlekette anarşi çıkarma hareketlerini (fesâd bis-sa'y),
bağy suçu kabul etmiş ve buna sebep olanları da bâği olarak
vasıflandırmışlardır. Bu isyan suçunun cezasının da idam cezası olduğunu,
fetvalarında açıklamışlardır. İsyan eden Padişahın kardeşi de olsa, şer'î hüküm
değişmeyecektir. Meselâ Yavuz Sultân Selim'in, birisi Şi'îlerle ve bir diğeri de
eşkıya ile ittifak ederek Devlete isyan eden ve bağy suçunda aranan şartlara
uygun bir şekilde bu suçu işleyen kardeşlerine karşı olan tutumu, tamamen
şer'îdir. Fâtih'in kanun maddesindeki kardeş katlinin birinci grubunu, bu tip
hâdiseler teşkil etmektedir. Ancak nazariyat bu olmakla beraber ve söz konusu
madde bu şekilde tefsir edilebilmekle birlikte, tatbikat, her zaman nazariyatı
takip etmemiş, kanuna rağmen, şartlar teşekkül etmeden idamlar verilmiştir.
Beşikteki bir bebeğin öldürülmesini, elbette ki müdafaa etmek yahut buna uyuyor
demek de mümkün değildir. Ancak Fâtih, kanunnâmesinde böyle bir durumu da
emretmemektedir.
Osmanlı tarihindeki kardeş katilleri ve idamların
yarıya yakınının, bir had cezası olan bağy suçuna sokulduğunu verilen
fetvalardan anlıyoruz. Ancak şunu da hatırlatmak istiyoruz ki, bazen bağy
denilen had suçunun şartlan teşekkül etmediği halde, araya giren jurnalcilerin
ve yalancı şahitlerin beyanıyla, Şeyhülislâmlardan bağy suçu imiş gibi fetva
alındığı da görülmüştür. Kanunî'nin oğlu Şehzade Mustafa hakkındaki fetvalar
buna misâl teşkil etmektedir. Bu konuda Başbakanlık Osmanlı Arşivinde bulunan şu
belgenin izahları enterasandır:
"Buğat yani asiler ise, Mülteka ve benzeri fıkıh
kitaplarına göre, mevcut hükümete ve Padişaha karşı Müslümanlardan bir veya bir
kaç kişi isyan etmeleri ve hükümetin emirlerine itaat etmemelerinden ibarettir.
Müslümanlar, bağy ve isyanda ısrar ederlerse, idam olunurlar. Ancak fitneyi
teskin için idamdan hafif cezalar yeterli ise, bunlar tatbik olunmalıdır. Şurası
dikkat çekicidir ki, Mülteka'yı şerheden âlimler, bağilerin cinayetleri
hakkında, çok geniş mânâlar vermişlerdir. Meselâ Padişah'ın meşru emirlerine
karşı her nevi itaatsizliği ve umumi rahatı (nizâm-ı âlemi) İhlal edecek her
çeşit kıyam, hareket, fitne, fesad, insanları katl, malları gasp ve devlet
işlerini engelleme gibi halleri, bağy saymışlardır".
Netice olarak bağy
suçunu işleyen Padişahın kardeşi de olsa, eğer unsurları tahakkuk etmişse,
gereken cezayı vermek, elbette ki şer'îdir. Ancak İslâm hukukunun hükümlerine
aykırı olarak, şunun-bunun tahrikiyle unsurları tam teşekkül etmeden insanları
dünyevî saltanat uğruna idam etmek, elbette ki şer'î değildir. Aksini kim iddia
edebilir ki?
Osmanlı
Devletinde devlete isyan suçunun cezası olarak ortaya çıkan öldürme
vak'alarından bazıları şunlardır:
Osman Bey'in Amcası Dündar Bey (Olay kesin değildir);
I. Murad'ın oğlu Savcı Bey; I. Murad'ın kardeşleri Halil Ve İbrahim; II.
Murad'ın kardeşi Mustafa; II. Murad'ın amcası Düzme Mustafa; Yavuz Suttan
Selim'in kardeşleri Korkut ve Ahmed; Kanunî Sultân Süleyman'ın oğlu Bâyezid ve
bunun beş oğlu.
B) Siyâseten
Katl=Ta'zîr Bil-Katl: Bu konunun girişinde açıkladığımız gibi, bağy
suçunun unsurları tahakkuk etmediği takdirde, saltanat aleyhinde olanları, bâği
olarak kabul edip idam ettirmek mümkün değildir. Yani had cezası olarak idam
cezası tatbik edilmez. Ancak unsurları tam teşekkül etmese de, kamu düzenini
(maslahat-ı âmme ve nizâm-ı âlem) bozan bazı hareket ve fiiller, ulûl-emr
tarafından ta'zîr yoluyla ve idam cezasıyla cezalandırılmaz mı? Hanefi ve
Hanbelî hukukçularının çoğunluğu, maslahat-ı âmme ve nizâm-ı âlem gerektirdiği
takdirde, ta'zîr yoluyla idam cezasının verilebileceğini kabul etmişlerdir kî,
buna siyâseten katl denmektedir. Meselâ, livâta suçu, Hanefi hukukçulara göre,
had cezasını gerektiren bir zina suçu değildir. Ancak bu, hiç suç değildir
anlamına alınmamalıdır. Bu suçun cezası, ulûl-emr tarafından tesbit edilir.
Böylesine bir çirkef işi âdet haline getiren insanın, genel ahlâk, âdâb ve kamu
düzeni icabı ta'zir yoluyla idam edilebileceğini İstâm hukukçuları kabul
etmişlerdir. Aynı şekilde fiilen isyan etmese bile isyana hazırlandığı her
halinden belli olan bir insanın, âmme maslahatı ve âlemin nizâmı düşünülerek,
ta'zîr yoluyla idam edilebileceğini, Hanefi hukukçuların çoğunluğu kabul
etmektedir. İşte Fâtih Sultân Mehmed'in "ekseri ulema tecviz etmişlerdir"
diyerek ifade ettiği durum budur. Ancak bunun için de, fesadın tahakkuku
hususunda kesin delillerin bulunması icabeder. Eğer bir fâsık, fıkıh
kitaplarında aranan fesadın kuvvetle muhtemel olması yani nizâm-ı âlem şartına
uymadan, sırf keyfî ve menfaati için böyle bir yola baş vuruyorsa, bu, kanunun
ve fıkıhçıların vaz'ettlği siyâseten kati prensibinin hatası değil, belki şer'i
bir hükmün suiistimalidir ve işlenen bir günahdır. Osmanlı Hukukunda nizâm-ı
âlem, fesada sa'y edenleri men' ve maslahat-i âmme tabirleriyle ifade edilen
durum, bugün devtetin birlik ve beraberliği olarak ifade olunmakta ve bunun
aleyhinde harekette bulunanlar, idam cezası ile mahkûm edilmektedir (TCK., md.
125 vd.). Şimdi bu hüküm, Türk Ceza kanununda bulununca adalet oluyor da,
Osmanlı Kanunnâmelerinde bulununca, Padişahın keyfî adam öldürmesi mi oluyor?
Böyle bir iddia çifte standartlılık olur. Ancak bugün aynı madde suiistimal
edilerek bazen masumların canları yakıldığı gibi, Osmanlı tarihi boyunca da,
fıkıh kitaplarında aranan şartlar gerçekleşmeden infaz edilen idam kararları
maalesef olmuştur. Bu suiistimal, elbette ki kötüdür ve yapanlar da manen
mes'uldürler. Fâtih'in kanunnâmesindeki hüküm ise, fıkıh kitaplarındaki
ifadelere uygundur.
Üzülerek ifade edeyim ki, konuyla alakalı fıkhî
malumatı, Dede Efetndi'ni âsetname'sinden naklettiğimizden, bazı safdillerin, bu
görüşünn Dede Efendi'ye ait olduğu ve onun da böyle bir fetvaya yetkili
olmadığı, olsa bile onun fetvasının ne değer ifade edeceği şeklindeki
yorumlarına şahit olduk ve üzüldük. Halbuki Dede Efendi, o meselede sadece
fukahanın görüşlerini nakletmektedir. Bu sebeple konuyu biraz daha derinlemesine
tahkik etmek ve uygulama örneklerinden bazılarını taakdim etmek istiyoruz.
Önce Hanefi
fıkıhçılannın son zamandaki en meşhurlarından oldan Ibn-i Abidin’in izahlarını
özetleyerek zikredelim. "Ta'zir Yoluyla Katl" başlığı altınnda bakınız ne güz
bir özetleme yapıyor:
"Ta'zir, katl ile de olabilir. İbn-i Teymiyye'nin
Es-Sârim'ül-Meslûl adlı eserindde gördüm ki, diyor: Hanefi hukukçularına göre,
livâta, âlet-i câriha dışında adam öldürme ve benzeri suçlar tekerrür ettiğinde,
imam yani ülü'l-emr suçluyu katledebilir. Âmme maslahatı gerektirdiği takdirde,
ta'zir yoluyla idam cezası verme esasını, Hz. Peygamber ve ashabının tatbikatına
hamleden Hanefî hukukçular, bu uygulama siyaseten katl demektedirler...
Soyguncular, yol kesenler, dükkân soyanlar, cemmiyetin nizâmın bozarak fesad
çıkaranlar, zâlimler ve fesad çıkaranlara yardımcı olanlar, kısaca idam
edilmesinde âmme maslahatı bulunanlar için de aynı hükümler geçerlidir".
Delilsiz ve mesnedsiz
bazı iddiaların aksine, bütün bu cezaaar, ancak mahkeme kararı ve yargılamadan
sonra mümkün olduğunu da, hem bütün fıkıh kitapları ve hem de Osmanlı
kanunnameleri kaydetmektedirler.
İbn-i Abldln'in şu fetvası da bu meseleyi gayet açık
bir şekilde vuzuha kavuşturmaktadır:
"Soruldu:
Fesad çıkaran, jurnalcilik yapan, yeryüzünde fesad için koşuşturan, , insanlar
arasında şer ve fitne uyandıran, bâtıl yollarla insanların mallarını zabtetmeye
gayret eden insanların canlarına kıyan ve hülasa eliyle ve diliyle Müslümanları
her zaman rahatsız edip de bu huyundan da idam dşında hiçbir ceza ile
vazgeçmeyen bir adamm hükmü nedir?
Cevap:
Böyle olduğu kesin ise ve yalan söylemeleri mümkün olmayacak kadarar çok
Müslüman da bunu tasdik ediyorsa, katledilir ve şerrini Allah'ın kullarından
def’ ettiği için vesile olana sevap va mükafat verilir.
İşte bu ve benzeri fıkıh
kitaplarındaki şer'î hükümleri nakleden ve kaynakarını da teker teker gösteren
Dede Efendi'nin Siyâsetnâme tercümesinden bazı parçalar şöyledir:
"Nizâm-ı memleketin
bozulmasına sebep olan, fitne ve fesada teşvik edenler, bu şenî' fiilleri bizzat
işlemedikleri vakitlerde dahi, katl edilebileceklerine fetva verilmiştir. Ayrıca
ülü'l-emre tanınan bu siyaset hakkının tatbiki için bil-fiil fesadın tahakkuku
ve sebeb-i adî olan şahsın fil-hakika şerir ve müttehem olması da şart değildir.
Zira vukuundan evvel def-i fesad, vukuundan sonra refinden daha kolay olduğu
müsellemdir. Bir bid'atçının bid'atının yayılacağından korkan dindar Padişahın
kulları ondan korumak ve nizamı alem için, o mübtedi'i katl ve idam etmesi
caizdir”.
"Nizâm-ı
âlem için şer ve fesadını defetmek üzere, ehl-i fesadı darb, te'dîb, nefy,
tağrîb, hapis ve hatta katl ve idam tarzında ta'zir yoluyla cezalandırmak meşru
ise de, tek kişinin veya yalancıların jurnali ile bu yola girmek caiz değildir.
Fesada gayret ettiği ve sebep olduğu şer'an sabit olmalıdır. Osmanlı
Şeyhülialamlarının fetvalarından anlaşılan da budur".
Dede Efendi'nin çok
zayıf fetvaları da esas alarak, kardeş katlinin smırlarını genişlettiğinin biz
de farkındayız. Zaten bazı kardeş katli olaylarının şartları gerçekleşmeden
yapıldığını biz de kabul ediyoruz. Ancak meselenin hukukî yönünü j ortaya koymak
için bunları da nakletmek durumundayız.
Şimdi de aynı mes'eleyi fıkıh kitaplarındaki şartlara
göre tannzim eden, Osmanlı Şeyhülislâmlarına ait fetvalardan sadece birini
kaydedelim:
“Bu
mes'ele beyânında Eimme-i Hanefiyeden cevâb ne vechiledir ki;
Zeyd'in âdet-i
müstemirresi sa’i bil-fesâd olduğu şer'an sabit olub ve ibadullaha mazarratı
icabeder mevâdd-ı münkerâtın dahi kendüden sudurı tevâtüren isbât olundukda,
Zeyd-i müfsid-i merkumun vech-i arzdan izâlesiyçün katli meşru' mudur? Beyân
buyurula.
El-Cevâb:
Meşrû'dur; emr-i veliyyül-emr munzam ise.
Harrereh'ul-Fakîr Hacı Muhammed EI-Müfti Bi
Harpud-Ufiye Anhu.
Kaynak teşkil eden ibarelerin tercümesi:
"Kim bunu âdet haline
getirirse, idam edilir. Zira o yeryüzünde fesad için sa'yetmektedir. Katl ile
şerri def edilir. Dürer ve Gurer".
"Gayr-i meşru işlerin katl ve idam cezası ile define,
imam (sultan) ve hulefâsı daha evlâdır. Zira onlar siyâseti daha iyi bilirler.
Vecîhüddin'in Meşârık'ul-Envâr şerhinden".
Bunlara benzer arşivlerimizde çok sayıda fetva vardır.
Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, siyâseten katlin de belli şartları ve şer'î
hükümleri mevcuttur. Bütün yazılanlara ve nakledilenlere rağmen, Osmanlı
tatbikatının hep şer'î hükümlere uygun cereyan ettiğini söylemek safdillik olur.
Ne acıdır ki, bir çok idam hadiselerinde bu esaslara ri'âyet edilmemiş ve
jurnalcilerin tahriki ile nice zulümlere sebep olunmuştur. Ancak ister
Padişahların kardeşlerini, isterse de sadrazamlarını katletmede, keyfe mâyeşâ
hareket edemediklerini; Osmanlı Devleti'nde mahkemeden ilâm ve Şeyhülislâmdan
fetva alınmadan idam cezasının uygulanmadığını, arşivlerden öğreniyoruz.1
Bir kısım tarihçiler, bu uygulamaların devlet siyâseti
açısından haklı yönleri bulunduğunu iddia etmektedirler. Bu ne
demektir?
Konuyu tarih ilmi ve devlet siyâseti açısından
değerlendiren bir araştırmacının görüşlerini özetleyerek verip bitirelim:
Osmanlı Devleti'ni tehdid eden en büyük tehlike, yabancılara sığınan şehzade
veya diğer hanedan mensuplarının, tahtın mirasçısı olduklarını iddia etmeleri ve
başta Bizans ve İran olmak üzere, düşman ülkelerin de bu fırsattan yararlanmak
arzusudur. Osmanlı sultanları ve bilhassa Hz. Peygamber'in senasına mazhar olan
Fâtih, ülkenin parçalanıp, bunun kimlere yarayacağının ve i'lây-ı kelimetullâh
hizmetinin nasıl sekteye uğrayacağının çok iyi farkında idiler. İşte onlar,
böyle bir duruma fırsat vermemek için, Şeyhülislâmdan aldıkları fetvalarla,
kardeşlerini bile feda etmişlerdir. Bazan şer'î esasın tatbikinde, araya giren
jurnalcilerin te'siriyle hata etmiş olabilirler. Ancak kendilerini, İslâm dinini
dünyanın her tarafına yaymayı gaye edinen, ilây-ı kelimetullâhın en büyük
temsilcisi kabul etmişlerdir. Fâtih'in Anadolu birliğini sağlamak gayesiyle Uzun
Hasan üzerine giderken, "validem" diye hitâb ettiği bu Akkoyunlu hükümdarının
anası Sara Hâtûn a verdiği cevap çok manidardır. Trabzon üzerine giderken
yollarda her türlü zahmete göğüs geren ve bazan atından inip yaya yürümek
zorunda kalan Fâtih'e Sara Hâtun'un "Oğul, ufacık Trabzon için tatlı canına bu
kadar eziyet değer mi?" şeklindeki sözünü, İstanbul Fâtih'i: "valide, Seyf-i
islâm bizim elimizde, cihâd sevabına nail olub, Allah'ın rızâsını tahsilden
başka gayemiz yoktur; bizim davamız kuru kavga değildir" şeklinde
cevablandırmıştır. "BU hanedanın maksad-ı a'lâsı, ilây-ı kelimetullâhdır"
ifâdesi de Fâtih'e aittir. Netice olarak, kardeş katli meselesini, keyfî iradeyi
hâkim kılmak şeklinde değil, nizâm-ı âlemi devam ettirmek için şer'î hükümlerin
tatbiki tarzında değerlendirmek icabeder. Vatana ihanet suçunun her hukuk
nizâmında idamla cezalandırıldığını da unutmamak gerekir.
Netice olarak,
"siyâseten katl"i, mahkeme kararı olmadan ve yargılama yapılmadan sırf saltanat
ve dünyevi menfaat uğruna Padişahın adam öldürmesi olarak anlayanlar, bu manayı
nerden çıkardıklarını isbat etmek zorundadırlar. Zira nizâm-ı âlem için
siyâseten katlin, uygulamada suiistimal yapılsa bile, vatanın ve devletin
birliğini tehlikeye sokacak ve emniyet ve asayişi altüst edecek kimselerin
fesada sa'y etmelerinden dolayı verilecek bir idam cezası olduğu; hem fıkıh
kitaplarında ve hem de fetvâlarda uygulanması için "şer'an sabit" olması yani
İslâm muhakeme usulü kaidelerine göre yargılanıp suçun sabit görülmesi şartının
tahakkuku aranmaktadır. Ayrıca "emr-i eliyy'ülemr ile katl”den kasıt, sadece
mahkeme kararının yeterli görülmemesi ve bu tip cezaların infazında
veliyy'ülemrin yani Sultânın tasdikinin de şart koşulmasıdır. Bu da önemli bir
husustur. Kanunnâmelerde yer alan şu ifade, yargılama konusunda Avrupa'nın 20.
asırda ulaştığı seviyeyi göstermektedir:
•Mücrim olan kimse teftiş olunmadan veyahud üzerine
zahir olan şenâyi’ şer'le ve örfle yerine varmadan sancakbeği ve subaşı ve
adamları nesne alub salıvermek memnû'dur. Kendüler mahall-i töhmet ve adamları
mücrim ve müstahakk-ı ikâb olur. Ve her mücrim-i müttehemin cerimesi kâdî-i
vilâyet katında veya müfettiş huzurunda sabit ve zahir olub ehl-i örfe teslim
etmedin dutub siyâset eylemek hılâf-ı şer’ ve örf te'addîdir = Suçlu
yargılanmadan veya kendisine isnâd edilen suçlar hukuken sabit olmadan,
yetkililer para cezası alarak salıveremezler; ceza uygulayamazlar".
Fıkıh kitaplarında
yapılan bu açık izahlara ve şer'î hükümlere rağmen, bir kısım muhterem
insanların "1400 yıllık tarihimizde yazılan fıkıh kitaplarının hiç birinde böyle
fetva verilmemiştir" diyebilmeleri, neyin verdiği cesarettir; doğrusu biz de
tesbit edemedik. Eğer bundan, Padişahın keyfî adam asması kasdediliyorsa, böyle
bir şeyden ne kanunnamelerde ve ne de fıkıh kitaplarında bahsedilmemiştir.
Yapılan suiistimaller dahi, "ehven-i şer ihtiyar olunur" kaidesine uyularak
yapılmıştır. Hem kasdedilen bu menfi mânâyı ve hem de suiistimalleri tasvip
etmek mümkün değildir. Şunu unutmayalım ki, Osmanlı devleti, onun kadıları ve
Şeyhülislâmları, en az bizim kadar İslâm'a ve onun hukuk nizâmının kaynakları
olan fıkıh kitaplarına hürmet duyan insanlardır. Değerli araştırmacı Abdülkadir
Özcan'ın yerinde tesbitleri gibi, Şeyhülislâm veya diğer kadıların fetvası,
kadıların kararı ve Padişahın tasdikiyle icra edilen siyâseten katl cezalarının
fetvasını veren, kararını yazan yahut en azından "nizâm-ı âlem içün öldürüldü"
diyen Hoca Sa'deddin Efendiler, Bostan-Zâde Yahya Efendiler, bu sözlerini
Şeyhülislâmlık veyahut kazaskerlik gibi fetva ve kaza makamının en yüksek
makamlarında bulunmuş kimseler olarak söylemektedirler.
Kardeş Katli ile ilgili kanun hükmü şer'-i şerife
uygun olsa bile tatbikat, nazariyata uygun yürümüş müdür?
Bu soruya cevap
verebilmek için bazı önemli tatbikat örneklerini incelemek icab etmektedir.
Ancak tatbikatta suiistimallerin yapıldığını, siyâseten çok idamların icra
edildiğini ve bu fiillerin ehliyetsiz bir kısım fakih ve kadılar tarafından
meşruiyet kalıbına sokulduğunu, yine tarih bize göstermektedir. İsterseniz
Bediüzzaman'ın tesbitlerini tekrar ettikten sonra bazılarına beraberce bir göz
atalım:
"Hâkimiyetin
en esaslı hâssası istiklâldir, İnfirâddır. Hatta hâkimiyetin zayıf bir gölgesi,
âciz insanlar da dahi istiklâliyetini muhafaza etmek için, gayrın müdâhelesini
şiddetle reddeder ve kendi vazifesine başkasının karışmasına müsaade etmez. Çok
Padişahlar, bu redd-i müdâhale haysiyetiyle ma'sum evlatlarını ve sevdiği
kardeşlerini merhametsizce kesmişler. Demek, hakîki hâkimiyetin en esaslı
hâssası ve infikak kabul etmez bir lâzımı ve daimî bir muktezâsı, istiklâldir
infirâddır, gayrın müdâhelesini reddir".
Şehzade isyanlarının ve şehzadeler arasındaki saltanat
mücadelelerinin Osmanlı tarihinde önemli bir yer işgal ettiğini bilmeyen yoktur.
Her şeyden önce şunu tebellür ettirmekte yarar vardır. Bir şehzadenin,
sultanlığını ilân etmiş bir diğer şehzadeye karşı gelmesi ve saltanat iddia
etmesi, tamamen bir bağy suçu mahiyetindedir. Ve cezası idamdır. Ancak saltanat
iddiasına kalkışmadan evvel idam edilmişse, ya siyâseten katl yani fesadın
kuvvetle muhtemel olmasından dolayı nizâm-ı âlem içün yahut zulmen idam
edilmiştir. Şimdi bu gözlükle hâdiselere bakalım:
a) Orhan Bey zamanında üç idam hâdisesi
yaşanmıştır. Bunların her üçü de had cezası mahiyetinde yani bağy devlete isyan
suçunun cezası olarak tatbik edilmişlerdir. Zira Orhan Bey'in kardeşleri Halil
ve İbrahim'in Padişaha isyan ettikleri ve saltanat mücadelesine giriştikleri bir
vâkı'adır. İsyan sonucunda katledilmişlerdir ve siyâseten katl ile hiç bir
münasebeti yoktur. Orhan Bey, ayrıca kendi oğlu Savcı Beyi de, bizzat kendisine
isyan ettiği ve ordu toplayarak babası ile savaşmaya bile cesaret ettiği için
idam ettirmiştir. Hatta Bizans veliahdı Andronikos ile dahi babası aleyhine
ittifak kurduğunu tarih kitapları kaydetmektedir. Bunun cezası, Orhan Bey
istemese dahi, İslâm hukukunda idam cezasıdır.
b) Yıldırım
Bâyezid devrinde ilk defa siyâseten katl veya şayet siyâseten katlin şartlan
gerçekleşmemişse ki bunu tam olarak bilmiyoruz- o takdirde bir nevi zulüm
yaşanmıştır. Zira Yıldırım Bâyezid, çevresinin tahriki ile, henüz herhangi bir
isyana yahut saltanat kavgasına girişmeyen kardeşi Ya'kub'u, ileride saltanat
iddiasına kalkışmasın diye katl ettirmiştir. Osmanlı tarihçilerinin saltanat
uğruna öldürülen ilk insan olarak tesbitleri doğrudur. Bazı araştırmacılar,
hukukî cihetini bilmediklerinden bunu tenkid etmişlerdir. Zira daha önceki
idamlar had cezasıdır ve bağy suçunun cezası olarak tatbik edilmiştir. Bu ise,
ilerde fesada sebep olur korkusuyla siyâseten katl yoluyla idam ettirilmiştir.
Osmanlı tarihçilerinin tesbiti doğrudur.
c) Osmanlı
Devleti'nin en karışık devresi olan Fetret Devrinde, Mehmed Çelebi, kardeşleri
İsa Çelebi ile Musa Çelebî'yi kendisine isyan ettikleri ve hatta saltanat için
orduları karşı karşıya geldiği için bağy suçunun had cezası olan idam cezası ile
cezalandırmıştır. Aynı şey, sonradan ortaya çıkan kardeşi Mustafa Çelebi için de
geçerlidir. Bunların idamlarında siyâseten katl söz konusu değildir.
d) Fâtih'in babası II. Murad'ın amcası
Mustafa Çelebi (II. Düzmece Mustafa), uzun süren saltanat mücadelesine girişmiş
ve hatta Osmanlı ülkesinin Bizans ile paylaşılmasını da göze alarak imparator
Manuel ile gizli ittifak dahi kurmuştur. Uzun mücadelelerden sonra yakalanarak
bâği muamelesi görmüş ve idam edilmiştir. Bu bir had cezasıdır. II. Murad'ın
küçük kardeşi Mustafa Çelebi de, Karamanoğulları ve Germiyanoğullanmn tahrikiyle
Bursa'ya yürümüş ve had cezası olarak idam edilmiştir. Yani bu dönemde de,
siyâseten katl cezası mevcut değildir.
e) Yavuz
Sultân Selim, iki kardeşini, kendisine isyan ettikleri ve bâğî oldukları için,
had cezası olan idam cezasıyla cezalandırmıştır. Gerçekten Sultân Korkut,
topladığı ordu ile Padişah'a isyan etmiş ve sonunda yakalanarak cezası olan
idama şer'an mahkum edilmiştir. Diğer kardeşi Ahmed ise, sadece saltanat
mücadelesine kalkışmamış, ayrıca bu mevzuda Osmanlı'nın can düşmanı olan Safevî
devleti ile de ittifak kurmuştur. Neticede yakalanarak, had cezası olan idam
cezasına çarptırılmıştır.
f) Kanunî
Sultân Süleyman, rakipsiz sultan olduğu için, kardeş katli mevzu bahis
olmamıştır. Ancak Kanunî, kendi çocuklarının idamına karar veren bahtsız
Padişahlardandır. Karısı Hürrem Sultân ve çevresinin tahriki ile, kendisini
tahttan indirmeye azmettiği ve Padişah olmak isteği ile isyan ettiği şayiasına
inanarak, bâğî vasfıyla Şehzade Mustafa'yı idama mahkûm eylemiştir. Bu idam
kararı, görünürde bağy suçunun cezası olarak had cezasıdır. Ancak bu meselede
hem fetvayı veren müftünün, hem kararı veren kadının ve hem de bunları tasdik
edip icrası için emir veren Kanunî'nin, yanıldıkları veya yanıltıldıkları bir
vâkı'adır.
Diğer bir
hazin tablo da Şehzade Bâyezid'in İdamında yaşanmıştır. Kanunî'nin iki oğlu olan
Selim ve Bâyezid, 1558 yılına kadar iyi geçindikleri halde, bu tarihten sonra
saltanat hırsıyla araları bozulmuştur. Aradaki jurnalcilerin tahriki ile Şehzade
Bâyezid, ordu toplayarak kardeşi Selim'in üzerine yürüdü. Bu hareketi isyan
kabul edildi. İran'a iltica eden Bâyezid, kardeşi Selim'e teslim edilince,
Ebüssuud'un fetvasıyla bağy suçunun had cezası olan idam cezasına mahkûm edildi.
Bu hâdiseyle alakalı örnek fetvaları yukanda zikretmiştik.
III. Mehmed ve III.
Murad devrindeki olayları yerinde inceleyeceğiz. Zira asıl haksızca yapılanlar
bunlardır.
h) I. Ahmed devrinde saltanat usûlünde ciddî
bir değişiklik mevzubahistir. Artık amûd-ı nesebi yani Osmanlı sülalesinden en
büyük olanının padişah yapılması usulü kabul edilmiştir. Gerçekten I. Ahmed
vefat edince, şehzadeleri bulunmasına rağmen, ailenin en büyük ferdi olan
amcaları Şehzade Mustafa tahta geçirilmiştir. Bu kaide, kardeş katli hadisesini
tamamen ortadan kaldıramamışsa da, gevşetmiş ve son derece azaltmıştır.
İşte görüldüğü gibi
tatbikattaki durum farklıdır. Bir kısmı, tamamen şer'î hükümlere uygun olarak
bağy suçunun had cezasını tatbik etmekten ibarettir ve bunlara siyâseten katl
demek hatalıdır ve meseleyi bilmemekten ileri gelmektedir. Zira Padişah istemese
de bu ceza mukadderdir. Devlete isyan edenin cezası elbette ki idamdır. Bir
kısım uygulama ise, siyâseten katl müessesesine yani Fâtih'in Kanunnâmesinde
"ekseri ulemâ tecviz etmişdür" dediği usule uygundur ve fıkıh kitaplarında
şartlarına uyulmak kaydıyla açıklanmıştır. Bir diğer grup ise, ne şer'î
hükümlere ve ne de Fâtih'in Kanunnâmesinde ifade ettiği, fıkıh kitaplarında da
tecvîz edilen siyâseten katle uymaktadır. Elbette ki bu uygulamalar, gayr-ı
meşrû'dur. Fâtih'in Kanunnâmesi de bunu emretmemektedir2.
Fâtih Sultân Mehmed'in kendi Kanunnâmesinin ilgili
maddesini uygulayarak küçük yastaki kardeşi Ahmed'i katlettiği söylenmektedir
Bunu nasıl izah ediyorsunuz?
Burada meseleye değişik yönlerden bakmak gerekir:
Evvela; Bu hadisenin
meydana geldiği şüphelidir. Zira Kantemir gibi yabancı tarihçiler dahi, II.
Murad vefat ettiğinde Şehzade Mehmed dışındaki bütün evlâdının vefat ettiğini ve
bu arada Şehzade Ahmed'in de Amasya'da vali bulunduğu sırada öldüğünü
yazmaktadır ki, bu ihtimalin doğru olması halinde, henüz bebek iken öldürülme
iddialan da ortadan kalkar. Namık Kemal de, şehzade Ahmed'in katl edildiği
iddiasını sadece bir iftiradan ibaret görmektedir. Böyle bir zulme, Fâtih Sultân
Mehmed'in razı olamayacağını ısrarla savunmaktadır. Bazı kaynaklar da, olayı
doğrulamakla beraber. Şehzade Ahmed'i haksız olarak katleden Evrenoszâde Ali Bey
olduğunu ve bu sebeple Fâtih tarafından idam ettirildiğini kaydetmektedirler.
Şayet vâki ise, yukarıda anlatılan hükümler, Fâtih için de geçerlidir. Ancak
hangi gruba girmektedir? Bunun tesbit edilmesi gerekir.
İkinci olarak, Osmanlı
kaynaklarının bir kısmında Sultân Murâd'ın İsfendiyar Bey torunu Hatice Hâlime
Hâtun'dan doğma Ahmed isimli bir şehzadesi olduğu ve yaşı küçük olan bu
şehzadenin II. Mehmed'in tahta çıkmasından kısa bir zaman sonra katl olunduğu
kaydedilmektedir. Ancak diğer şehzade katilleri gibi, ayrıntılı bilgiler,
kaynaklarda mevcut değildir. Ayrıca Babinger'in altı ya da sekiz aylık olduğu
konusundaki beyanı dışında, yaşının ne kadar olduğu da kesin değildir.
Üçüncü olarak, II.
Mehmed, babası II. Murâd'ın vefatından sonra, çok büyük sıkıntılar içinde tahta
geçmiştir. Bizans'ın şehzadeleri kullanarak Osmanlı Devleti'ni yıkma planlan
herkesçe bilinmektedir ve fetret devri de canlı şahitlerle doludur. Nitekim
Fâtih'in Padişah olması üzerine, Bizans İmparatorunun elinde tutsak olarak
tuttuğu Süleyman Çelebi'nin oğlu olması kuvvetle muhtemel bulunan Şehzade
Orhan'a aynen şöyle söylediği kaynaklarca ifade edilmektedir:
"Haydi göreyim seni, bu
taht benimdür deyü dava eyle. Ben Âl-i Osman nesliyim, ben var i-ken bu taht
sana neden mustehakdır deyü dava edince, cümle beğler ve paşalar sana dönüb ve
tahtı sana teslim ederler. Tahta çıktığında, kulağın bende olsun. Ben sana ne
talimat verirsem, öyle hareket eyle. Göreyim seni, nice padişah olursun.".
İşte böylesine bir
dönemde, yaşının ne kadar olduğu belli olmayan ve ama küçük yaşta bulunduğu
kesin olan Şehzade Ahmed'i, devlete isyan suçuna teşebbüs etmeden, nizâm-ı âlem
için diyerek katletmiş olabilir. Bu tamamen üçüncü guruba girmektedir. Eğer bir
kusur işlenmiş ise, bunu savunmanın manası yoktur. Ancak bu ayrıntıları tam
bilinmeyen olaydan dolayı, Fâtih gibi Hz. Peygamber'in medhine layık olmuş bir
padişahı hunharlıkla suçlamak ve hele bu konuda Bizans İmparatorları ile
birlikte hareket eden Bizans tarihçilerini onaylamak mümkün değildir. Hammer ve
benzeri tarihçiler, sanki şehzadelerin Osmanlı Devleti'nin yıkılması için
kullanıldığını bilmiyormuş gibi, bunu vesile ederek Fâtih Sultân Mehmed'e hücum
etmişlerdir.
Özetleyecek olursak, Fâtih Sultân Mehmed,
kendi koyduğu kanunun nizâm-ı âlem için fesada sa'y ihtimalinin bulunması
sebebiyle siyâseten katl müessesesini ilk defa kendisi tatbik etmiş ve küçük
kardeşi Ahmed'i katl ettirmişti. Bu, isyan tahakkuk etmediğinden, bir had cezası
değildir. Belki nizâm-ı âlem için siyâseten katl müessesesine girmektedir.
Burada aranan fesadın şer' ile tahakkuku şartının, ne derece gerçekleştiğini
bilmiyoruz. Ancak tekrar ediyoruz ki, Hz. Peygamber'in senasına mazhar olmuş bir
Padişah'ın, şartları tahakkuk etmeyen bir cezayı tatbik edeceğine de ihtimal
vermiyoruz Önemle İfade edelim ki, 11 aylık bir bebenin öldürülmesini Fâtih'in
idam ettirdiğine inanmak istemiyoruz. Zaten Evrenoszâde Ali Bey isimli bir zatın
Padişah'ın haberi olmadan böyle bir cinayeti işlediğini bazı kaynaklar haber
vermektedirler3.
Kaynaklar:
1- Konuyla ilgili bazı fetvalar; Nuruosmaniye kütp.
nr. 3209, vrk. 358/a vd.; Süleymaniye kütp. Esad Efendi, nr. 1888; Damad,
Mecma'ül-Enhür, 1/707- 709; BA, YEE, nr. 14-1540, sh. 50-51; İbn-l Âbidin;
Reddu'l-Muhtâr Ale'd-Dürri'l-Muhtâr I-VI, Mısır 1967, c. IV, sh. 62-65; Şeyh
Mehmed Arif, Terc. Siyasetname, sh. 6, 25-35 ;
Bediüzzaman Said Nursi, Lem'alar, İstanbul 1995,
Sözler Yayınevi, sh. 337-338
2- Berki, A. Himmet, İstanbul'un 500. Yıldönümü
Münasebetiyle Büyük Türk Hükümdarı istanbul Fâtihi Sultân Mehmed ve Adalet
Hayatı, İstanbul 1953, sn. 142-148; Alderson, A.D., The Structure of the Ottoman
Dynasty, Connecöcut 1982, 2. Baskı, sh. 30-31; Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri,
c. I, sn.328, Md. 37, 1/114-117, 287, 331 vd.; c. II, sh. 10 vd.; Konrad,
Dilger, Untersuchungen zur Geschichte deş Osmanischen Hofıeremünlells im 15. und
16. Jahrhundert, München 1967, sh. 5 vd., 34 vd.; Özcan, Abdülkadir, "Fâtih'in
Teşkilat Kanunnâmesi ve Nizâm-ı Alem için Kardeş Katli Meselesi", İÜEFTD, sayı
33 (1980-81), sh. 12-13; Taneri; Aydın, Osmanlı Devletinin Kuruluş Aneminde
Hükümranlık Kurumunun Gelişmesi ve Saray Hayati-Teşkilati, Ankara 1978, sh, 184
vd.
* İbn-i Kemal,
Tevârih-i Ali Osman, I. Defter, sh. 129; Aktan, Ali, "Osmanlı Hanedanı İçinde
Saltanat Mücadelesi ve Kardeş Katli", Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı 10 {Ekim
1987), sh. 8; Akman, Mehmed, Osmanlı Devleti'n de kardeş Katli. BU son eser, bu
zamana kadar yapılan en kapsamlı çalışmadır
3- “Pala, Namık Kemalin Tarihî Biyografileri, sn.
105-106; Solakzâde, sh. 187; Hoca Sa'deddin, Tâc'üt-Tevârîh, c.I s. 407;
İnalcık, Halil, Fâtih Devri Üzerinde Tedkikler ve Vesikalar l, Ankara 1954, sh.
110; Âsıkpaşazâde, Tarih, 140; İbn-i Kemal, VII. Defter, sh. 8-9; Akman, Kardeş
Katli, sh. 64-69; Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c.II, sh. 5 vd.; Hammer,
Büyük Osmanlı Tarihi, Mümin Çevik nesri, I-X, İstanbul 1998, c. II, sh. 258;
Gazavât-ı Sultân Murad Han b. Mehemmed Hân, Haz. inalcık, Halil-Oğuz, Mevlûd,
Ankara 1978, sh. 37-38; Aktan, 14-15; Kantemir, c.I Sh. 147.
Prof. Dr. Ahmed AKGÜNDÜZ
– Doç. Dr. Said ÖZTÜRK (Bilinmeyen Osmanlı),s:80-89