Birkaç yıldan beri elimdeki tüm kaynakları tarayarak, İSTANBUL'un kuruluşundan bugüne kadar almış olduğu isimlerin bir listesini yapmaya çalışmıştım. Sonuçta 165 kadar isim bulup, bunları alfabetik olarak sıraladıktan sonra, İstanbul’a bu isimleri hangi ulusların/devletlerin yakıştırdığını da yanlarına iliştirmiştim. Yıllardan beri dosyanın içinde tozlanacağına, hiç değilse araştırma yapan arkadaşlar çıktığında, onların bu çalışmalarına bir nebze yardımcı olur isteğiyle sitede listeleyeyim dedim ve de aşağıya listeledim bile!...
Megaralılar’dan itibaren 164 kadar isim yakıştırılan şehrimiz, 165. ve son olarak 29 Mayıs 1453’de, günümüzde kullanılan; "İSTANBUL" adını giydi üzerine... Ve inşallah sonsuza kadar da bu ismini üzerinden sıyırıp atmayacak, bu isimle anılmaya devam edecek!... İbrahim Akın KURTOĞLU |
13 Kasım 2013 Çarşamba
İstanbul'a Tarih Boyunca Verilen İsimler
10 Kasım 2013 Pazar
3 Kasım 2013 Pazar
Ayasofya'nın müze yapılmasını bakın kim istemiş!
Ayasofya'nın müze yapılmasını bakın kim istemiş!
Zaman yazarı - Tarihçi Mustafa Armağan köşe yazısında Ayasofya ilgili önemli bilgiler paylaştı.Zaman Yazarı - Tarihçi Mustafa Armağan Ayasofya'nın müze yapılmasıyla ile ilgili çarpıcı bir bilgi paylaştı. İşte Tarihçi Mustafa Armağan'ın bugünkü köşe yazısı....
Atatürk’ten, Ayasofya’yı müze yapmasını Amerika istemiş
“Bugün” gazetesinin haberine göre Ayasofya’nın 2007 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca hazırlanan bir haritada müze değil, ‘kilise’ olarak işaretlendiği ortaya çıktı.
Gerçi bazı çevrelere şirin görünmek isteyen bir işgüzarın işi de olabilir bu ama Türkiye’de bir kesimin Ayasofya’yı hâlâ kilise olarak gösterme gayreti de herhalde inkâr olunamaz.
Öte yandan Fethin sembolü olan Ayasofya’yı müze yapma fikrinin bir Amerikalı’dan geldiği iddiası bir süredir ortada geziniyordu ama bu ‘büyük buluşma’ hakkında unutulmuş bir fotoğraf, iddianın doğruluğunu kanıtlamış oldu.
O fotoğrafı Ankara’daki Milli Kütüphane’de buldum. Bu fotoğrafla birlikte Ayasofya’nın laikleştirilmesi serüveni yeni bir boyut kazanıyor.
Ayasofya bir Hıristiyan mabedi olarak başladığı ömrünün 1453-1934 arasındaki dönemini cami olarak geçirdi. 79 yıldır da laik bir yapı olarak hizmet vermekte.
Müslüman-muhafazakâr camianın 1950’li yıllardan beri talebi, Ayasofya’nın yeniden cami yapılmasıydı. Bu ‘büyük fetih’ önce Menderes’ten beklendi, olmadı. Sonra Başbakan Demirel, Özal ve nihayet Erdoğan oldu umutların odağı. Talep bitmedi ama yerine de gelmedi.
Bu yazıda “Ayasofya neden yeniden cami olmalı?” tezimi savunmak yerine müze yapılmasının arka planına eğileceğim. Ancak birkaç cümleyle tavrımı ortaya koymakta yarar görüyorum:
1) Ayasofya’nın müze yapılması bir bakıma Fetih’ten özür dilemektir. Tarihen Ayasofya’nın statüsü ona sahip olan ülkenin hukukuna göre belirlenir.
2) Hukuken bir vakfın başka bir maksatla kullanılması mümkün değildir; her ne kadar Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ‘işletiliyor’ ise de, Ayasofya da bir vakıftır: Fatih Sultan Mehmed Vakfı. Hukukun üstünlüğünün dillere pelesenk edildiği bir devirde Ayasofya’ya sıra gelince‘Canım dış baskıları görmüyor musun?’ bahanesine sığınmanın bağımsız ve büyük devlet olma iddiasıyla bağlantısını kurmak zordur.
Şimdi gelelim 1930’lu yılların başında “Atatürk Türkiyesi” üzerinde Ayasofya’nın cami olmaktan çıkarılması için bir dış baskının olup olmadığına.
Amerika faktörü
Uzun yıllar zamanın Maarif Vekili Abidin Özmen’in gayretkeşliği ve Ayasofya Komisyonu’nun raporu üzerine müze yapıldığı söylenirken maalesef tarihî bilgiler ihmal edildi. 1930’lu yılların ortalarına doğru gidilirken Türkiye’yi yönetenlerin hangi dış etkiler ve baskılar altında hareket ettiği nedense gündeme getirilmedi. Oysa bu yılların dış dünya ile ilişkilerin yeniden kurulduğu, özellikle Anglo-Sakson dünyasıyla krediden tutun da kültürel ilişkilere kadar bir restorasyon dönemi olduğu bilinmelidir.
İşte bu dönemde bir yandan yurtdışına Anadolu medeniyetlerini araştırmak üzere araştırmacılar gönderilirken, öbür yandan Bizans araştırmalarını yürütmek üzere uzmanlar davet edilir. Kimi Bodrum ve Fenari İsa camileri üzerinde çalışırken 1940’larda Kariye Camii ile İznik’teki Bizans kiliselerini cami olmaktan çıkarma çalışmaları dikkat çeker. Demek ki genel olarak vaktiyle cami yapılmış Bizans kiliselerinin eski kimliklerinin ortaya çıkarılması ve yeniden kilise yapılamadıkları için de müzeye dönüştürülmeleri süreci başlar.
İşte Ayasofya’nın müzeleştirilmesi ve mozaikler dahil Bizanten kimliğinin yeniden ortaya çıkarılması faaliyetinin tam bu yıllara denk gelmesi ilginçtir.
İşte laik bir Ayasofya için ilk adımın Thomas Whittemore adlı garip bir ABD’liden gelmiş olması önemlidir.Ayasofya’nın özellikle mozaiklerini yeniden ortaya çıkarma fikriyle İstanbul’a gelen ve bir restorasyon için izin koparmaya çalışan Whittemore’un Atatürk ile bizzat görüşerek onu Ayasofya’yı cami olmaktan çıkarıp bir müze haline getirmeye nasıl ikna ettiğini araştırmacı Natalia Teteriatnikov şöyle ortaya koyuyor:
“Amerika Bizans Enstitüsü, 1930’da Thomas Whittemore tarafından Boston’da kuruldu. Harvard’dan Prof. Robert Blake otobiyografisinde şöyle yazıyordu: “Bizans sanatı, tarihi ve arkeolojisi incelemelerini teşvik etmek konusunda bir Amerikan, İngiliz ve Fransız girişimi olan Bizans Enstitüsü’nün kuruluşunda onunla (Whittemore) birlikte çalıştım. Bizans Enstitüsü’nün büyük başarılarından biri, 1931’de TC’nin Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk’ü, Ayasofya Bazilikası’nın içindeki mozaiklerin ortaya çıkarılması sorumluluğunu Bizans Enstitüsü’ne teslim etmeye ikna etmesiydi.” (Kariye, Pera Müzesi Yay., 2007, s. 34.)
Bu alıntıdan Bizans Enstitüsü’nü yalnız ABD’nin değil, İngiltere ile Fransa’nın da desteklediğini öğreniyoruz.Ancak makalenin devamında daha önemli bir pasaj var. Onu da beraber okuyalım:
Ayasofya müzakereleri
“Atatürk ile Whittemore arasında, ABD Dışişleri Bakanlığı ve Ankara’daki Amerikan Elçiliği’nin aktif destek verdiği müzakereler yürütüldü. Bu müzakerelerin sonucunda Ayasofya cami olarak kapatıldı ve müze olarak açıldı.”
Yeterince açık bir ifade, değil mi? Meğer Atatürk ile Ayasofya pazarlığının içine ABD Dışişleri Bakanlığı ile ABD Büyükelçiliği de girmiş ve sonuçta Ayasofya Camii’ni müze yapma girişimi başarıya ulaşmış. Daha da çarpıcı bir alıntı bu defa bizzat Whittemore’un, çalışmalarını finanse eden Robert ve Mildred Blisse’e yazdığı mektupta geçen şu cümleleri:
“Türk hükümeti geçen yıl üç kiliseyi ulusal anıt ilan etti (Kariye dahil). Bizans Enstitüsü’nün, Türk hükümetinin İstanbul’da kalan Bizans kiliselerinin gözeticisi olarak onların kalıntılarının gecikmiş korumasından sorumlu olduğu yönündeki UYARISINA verilmiş bir karşılıktır bu. Geçenlerde Eski Eserler ve Anıtları Koruma Heyeti’nde bana tanınan yer, Türkiye’de bana her zamankinden daha sağlam bir nüfuz pozisyonu sağlıyor.”
Durum bu: ABD, İngiltere ve Fransa’nın desteklediği bir kurum tarafından uyarılmışız ve buna kiliseden çevrilmiş üç camiyi ‘anıt’ yaparak cevap vermişiz.
Bu durumda Lord Curzon’un 2 Ocak 1918’de söylediği şu sözle yan yana getirilince nasıl bir manzara çıkıyor, takdiri size bırakıyorum:
“İstanbul, özellikle Doğu dünyasının kozmopolit ve enternasyonel bir şehridir. Ayasofya ki, 900 yıl önce bir Hıristiyan Kilisesiydi, elbette gene eski durumuna getirilecektir.”
Anlaşılan o ki, Ayasofya’nın yeniden kilise yapılması istenmiş ama olmayınca orta noktada buluşulmuştur. Neden olmadığını da başka bir yazıda değerlendiririz.
http://www.samanyoluhaber.com/gundem...temis/1032291/
2 Kasım 2013 Cumartesi
5 KÖŞELİ YILDIZIN BAYRAĞIMIZA GİRİŞİ-1
5 KÖŞELİ YILDIZIN BAYRAĞIMIZA GİRİŞİ-1
Cumhurbaşkanlığı forsu gibi değilde 5 köşeli?
Kutsal bayrağımız Bilindiği üzere Kosova savaşında şehitlerimizin kanı üzerine düşen hilal ve Jüpiterin yansıması ile oluşmuştur. Ancak o Jupiterin yıldız gibi yansıması 8 köşeli olarak ilk bayrağımıza girmesine rağmen neden 5 köşeye dönüştürüldü. Aşağıda detaylı açıklamasını bulacağız bu araştırmayı yayınlamak istiyorum. Mantıklı ve bilimsel yorumlarınız önemli benim için.
PENTAGRAM (5 Köşeli Yıldız)
Genellikle Venüs Gezegeni'yle ve Venüs Tanrıçasıyla ilişkili görülmüştür. Birçok toplumca şans getirdiğine inanılır.
Cadılara inanan bazı toplumlarda,cadılar tarafından oldukça kutsal olduğuna inanılan bu sembol 5 elementin birleşimini ve uyumunu göstermektedir.
Bu Beş Element, Ruh (Akasha-Ether), Ateş, Hava, Su ve Topraktır.Ateş İradeyi,Hava Zekayı,Su Duyguları,Toprakta madde alemini sembolize eder.
M.Ö.3000 yıllarında Mezopotamya ve Sümerlilerde bu sembolün kullanıldığı görülmektedir. Babillilerde bu sembol beş yönü gösterir
Google de aratınca köşeli yıldız ve insan vucudunun tasfir edildiği şekli görünce hemen hatırlaycaksınız paganist Davinci'nin çizimini.
Günümüzde çoğunlukla pentagramın dinsel kullanımı Wiccalarda ve neopagan geleneklerinde ve satanist gruplarda mevcuttur.Çoğunluka Wicca ve neopagan geleneklerinde gelişmiş olmalarına karşın 19. yüzyıl ökültizmindeki gibi ruha tesir eden 4 elementin sembolüdür. Bu geleneklerin bazılarında yine bu sembol insan aklının bütünlüğünü, ruhun krallığını, insan vücudunu ve dehasını simgeler.
KEÇİ BAŞI
Keçinin kendisi keçiyi kimi zaman şeytanı temsil ettiğine inanan,onlarla dans eden üstlerine binen cadıların ortaçağ batılıdır.Bu bağlamda keçi genellikle cinsel baskının ironik bir sembolü oluyor (önceleri doğurganlığın sembolü olmasına rağmen), böylece modern satanistlerin cinsel ve dinsel baskıya karşı neden keçiyi seçtiği anlaşılıyor.
Yukarı doğru mu aşağı doğru mu?
Aşağı doğru duran pentagram yeni bir simge ve sadece satanik bir obje değildir. Bir çok pagan inanışında olduğu gibi berekti simgeleyen boynuzlu tanrıya ithaf eder. Aynı şekilde bazı oluşumların sınıflarından birine verilen bir nişandır.
Satanik Pentagram
Bir çoğunun aklındaki pentagramın kesinlikle kara büyüyle ve satanizmle ilgisi olduğu yönündedir.Pentagramın satanizmi simgelemesi 20. yüzyılın ortalarında başlar.Ayrıca bilinen diğer bir yanlışlıkta tapınakçı efsanelerinden gelen baphomet adı verilen figürle karıştırılmasıdır.
Pentegram daha detaylı incelemelerde kabala dinine kadar gidiyor.Kabala dininin Yahudilik ve Masonluğa etkisini googleye yazınca bulursunuz zaten.
5 KÖŞELİ YILDIZIN BAYRAĞIMIZA GİRİŞİ-2
5 KÖŞELİ YILDIZIN BAYRAĞIMIZA GİRİŞİ-2
Türk Bayrağındaki Hilal İslam'ın simgesi olarak kabul ediliyor.Bayrağımızdaki yıldızın,I. Abdülmecit zamanında 1842′de beş köşeli olması kararlaştırıldı.
Avrupa Birliğinin Bayrağındada 12 tane 5 köşeli yıldız var.
Kırmızı zemin üzerine hilal ve yıldız bulunan bayrak, Osmanlılarda İlk defa 1793′de devletin resmi bayrağı olarak kabul edildi. Ancak bu bayraktaki yıldız, sekiz köseli idi. Bu bayrak Osmanlı Devleti’nin resmi ve umumi sembolü olarak kullanıldı. Sultan I. Abdülmecit zamanında 1842′de yıldızın beş köşeli olması kararlaştırıldı ve Osmanlı bayrağının şekli kesinleşti.
Şimdi anlaşıldığı üzere aslında 8 köşeli olan yıldız neden Abdülmecid zamanında 5 köşeye dönüştürüldü sorusu aklıma geldi ve Sultan Abdülmecid'e etki edenlerei araştırdım. Bildiğiniz gibi Sultan Abdülmecid 16 yaşında tahta çıktı ve etkilere açıkdı.
Bu sebepten,Abdülmecid azınlıklara haklar tanıyan hatta ve hatta Yahudilere ayrı özel haklar veren ferman çıkaran padişahımızdı.
Peki kim etkiliyordu?
Bunu mason org tr yani masonların resmi sitesinde yer alan ünlü masonlar listesinde gördüğüm isimle açığa kavuşturdum.Bu etkiyi sağlayan kişi Mustafa Reşit Paşa'dan başkası olamazdı. Aslen Türk olmayan ve ingiliz locası ile sıkı irtibatı sayesinde görevden alınmasıan rağmen tekrar hariciye nazırlığına getirilern ve yahudilere haklar tanıyan tanzimat fermanını hazırlayan kişi idi.
MUSTAFA REŞİT PAŞANIN MARİFETLERİ
Osmanlı Devleti'nde çöküş döneminin belirgin bir şekilde başlaması 2 Kasım 1839 tarihinde ilan edilen Tanzimat Fermanı'yla olmuştur. Bu ferman Sultan Abdülmecid döneminde ilan edilmiştir. Bu fermanın ilanı ise Hariciye Nazırı (Dışişleri bakanı) Mustafa Reşit Paşa'nın çabalarıyla gerçekleşmiştir. Mustafa Reşit Paşa'yı böyle bir ferman yayınlamaya iten en önemli unsur ise Batılılaşma ve ümmet kimliğinden millet (kavim) kimliğine geçme fikridir. Batılılaşma ve ümmet kimliğinden millet (kavim) kimliğine geçme fikrinin alt yapısını hazırlayanlar ise Osmanlı topraklarına yerleşen yahudilerdir. Mustafa Reşit Paşa, Tanzimat Fermanı'nı hazırlarken İngiltere deki loca sıkı temas içindeydi.
Bu ferman, Yahudilerin o zamana kadar giremedikleri önemli bazı okullara girmelerini sağladı. Örneğin Tıbbiye Mektebi'ne (Tıp Fakültesi'ne) o zamana kadar giremeyen yahudiler bu fermanın yayınlanmasından sonra girmeye başladılar. Hatta Yahudi hahambaşının müracaatı ile Sultan Abdülmecid yahudilere özel olarak: "Yahudiler, dinleri üzere Tıphane'de yiyecekler, içecekler ve diledikleri gibi ayin ve ibadet yapacaklar" diye ferman yayınladı. (5) İlginçtir ki bu okula Yahudilerin girmesinden sonra burası Osmanlı Devleti'nin altını oyan İttihad ve Terakki Cemiyeti, Jöntürkler gibi hareketlerin beşiği olmuştur.
Masonik kaynakların bildirdiğine göre, Mustafa Reşit Paşa, ilk kez Londra'da masonlarla bağlantı kurmuş ve 1830'lu yıllarda tekris edilerek örgüte katılmıştır. Hangi locada tekris edildiği ise tam olarak bilinmemektedir. Türkiye'deki masonların yayın organı Mimar Sinan dergisi, Mustafa Reşit Paşa'dan şöyle söz eder:
"Doğru gördüğünüz yolda sizden daha kudretli olanlarla mücadele etmeniz gerekiyorsa rahat ve fütur gerektirmeksizin, düşünceye karşı savaşınız.
Hak bellediğimiz yolda tek başına olsanız ilerleyeceksiniz.İçtihatlarınızı hiçbir zaman gizlemeyeceksiniz.' (Bu) Telkin, Mithat Paşa ve daha pek çok masonun kabul ettiği gibi Koca Reşit Paşa'nın da yaşantısının önderi, buyruğu değil midir? Kendi idam talebini padişaha götürürken, Hattı Hümayun'u okumaya giderken, Hattı Hümayun'u okurken, dimdik, kendine güven içinde, kendini bilen, yaptığını, yapmak istediğini bilen, gerekirse başını verebilecek kararlı Koca Reşit Paşa, yukardaki ritüelik emirlerin insanı değil midir? 135 yıl önce Gülhane Meydanı'nda Hattı Hümayun'u tam bir cesaretle okuyarak insanlık ve millet yolunu aydınlatmak üzere yaktığı nurun aydınlığını hala görmekte olduğumuz büyük kardeşimiz Koca Reşit Paşa'nın hatırası önünde saygı ile eğiliyoruz."
Aynı derginin bir başka sayısında ise şöyle denir:
"Koca Reşit Paşa, masonluğun yontup is'ad eylediği bir ulu yurtseverlik anıtı, tarihin vefalı koynunda ölümsüzlük uykusuna dalmış bulunuyor; bu uyuyuşta, bir mabetten aldığı nur ve ziya ile vatan mabedini aydınlatmış olmanın derin huzuru var."
Bu okuduklarımdan sonra başta Amerika olmak üzere birçok ülke bayrağındaki 5 köşeli yıldızın acaba bazı çabalarlamı bu şekilde olduğu sorusu kafama takıldı. Diğer arkadaşlarında görüşlerini almak isterim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)