İTİDALLİ BİR YENİLİKÇİ:3.SELİM
28. Osmanlı Padişahı 3. Selim, 24 Aralık 1761'de Sultan 3. Mustafa ve Mihrişah Sultan'ın ilk oğulları olarak Topkapı Sarayı'nda dünyaya gelmiştir. Osmanlı saray âdetleri gereğince, doğan ilk şehzade için yapılan kutlamalar hep büyük ve coşkulu olduğu için 3. Mustafa da, oğlu Selim'in dünyaya gelişini yedi gün yedi gece devam eden şenliklerle kutlamış, hayırlı ve mutlu bir hayat sürmesi için dualar ettirmiştir. Özellikle padişahların 36 yıl boyunca (1725–1761) hiç erkek çocuklarının (şehzâde) olmaması, bu coşkulu kutlamalara yüklenen mânâyı daha iyi anlatmaktadır.
3. Selim beş-altı yaşlarına geldiğinde önce İncili Köşk önünde yapılan bir törenle (Bed'i Besmele) derse başlamış, akabinde kendini ilim adamlarının rahle-i tedrisinde bulmuş, başta İslâmî ilimler olmak üzere oldukça iyi bir eğitim almış, öğrendiklerini tam bir hâl dili hâline getirmiştir. Arapça ve Farsçayı çok iyi öğrenmiş, İslâmî ilimlerde kendini sürekli yenilemiştir. Babası 3. Mustafa ıslahat ve yenilik hareketlerini hayata geçirirken oğlu Selim'i de yanında bulundurmuş, onun devlet işleyişine alışmasını temin etmeye çalışmıştır. Ayrıca aldığı eğitimler neticesinde iyi bir hattat, iyi bir binici, kılıç sallamakta ve ok atmada oldukça kabiliyetli bir şehzâde olarak temayüz etmiştir. Tahta çıkınca bastıracağı "sahihü'l-ayar" sikkelerinin desenlerini bile çizmiştir. Bu durum, devlet işlerini ne kadar ciddiye aldığını göstermektedir.
Padişah olması
Gerek devlet hizmetinde bulunan hatırı sayılır birçok kişi, gerekse de halk, tıpkı atası cennetmekân 4. Murad gibi genç ve cesur olan bu şehzadeyi bir kurtarıcı görüyor ve bir ân önce tahta çıkmasını bekliyordu. Çünkü o padişah olursa cephelerden artık iyi haberler gelecek ve fetihler yeniden başlayacaktı. Sonra adaletli bir düzen tekrar geri gelecek ve devletin üstündeki kara bulutlar dağılacaktı. O, amcası 1. Abdülhamid'in gelen kötü haberler karşısında üzüntüden felç olup vefat etmesi üzerine 7 Nisan 1789'da genç bir padişah olarak tahta geçmiştir. Daha tahta geçişinin ikinci gününde, Rusya ve Avusturya savaşları devam ederken cesaretle yayımladığı "Düşmandan intikam alınmadıkça kılıç kınına girmeyecektir." fermanı Osmanlı toplumunun beklentilerine cevap olabilecek nitelikte idi. Alınan tedbirleri takip ve kontrol için 4. Murad gibi tebdili kıyafetle teftişlerde bulunması, devlet işleyişinde müthiş bir heyecana vesile olmuştu. Belki de o zamana kadar taht değişikliklerinde yaşanmayan bir sevinç ve mutluluk tablosu ülkenin her yerinde büyük bir coşkuya dönüşmüştü. Çünkü Fatih gibi gözükara, 4. Murad gibi cesur, zamanı sıkıştırmasını bilen Yavuz gibi kararlıydı. Osman Gazi'nin oğlu Orhan Bey'e verdiği vasiyete lâyıkıyla uyacak kadar kendini yetiştirmişti.
Çok mütevazı ve merhametli, son derecede de yumuşak karakterli olan 3. Selim 1789 yılına, siyasî bakımdan büyük buhranlar ile (Rusya ve Avusturya ile devam eden ve başarılı haberlerin bir türlü gelmediği savaşlar zinciri) giriyordu. İlmiye sınıfı, padişahın arzu ettiği kıvamda değildi; hem ilme, hem de memleket meselelerine yeterli önemi vermiyordu. Bu karışık ve belirsiz zemin içinde yeni kurum ve kadroların tesis edilmesi artık kaçınılmazdı. Şartların da zorlamasıyla, 3. Selim tarihe geçecek yeniliklerin mimarı olacaktı.
Devleti ve milleti için ne ölçüde ızdırap çektiğini gösteren, "Ben şehzade iken böyle kara haberler işitir de kan ağlardım. Gözlerime uyku girmez olurdu. Şimdi padişahım, hâlimi bir düşünün." ifadeleri onun ne kadar mesuliyetini müdrik, ciddi, samimi ve içten olduğunu göstermektedir.
3. Selim ıslahat çalışmalarına hemen girişmemiştir. İlk olarak Revan Köşkü'nde (Encümen-i Meşveret adı verilen, toplantılara ulemanın da katıldığı yer) 16 Mayıs 1789'da bizzat kendisinin başkanlık ettiği bir mecliste problemler serbestçe ve açık yüreklilikle müzakere edilmiş ve çözüm yolları bulunmaya çalışılmıştır. Bu sırada 28 yaşındadır. Daha sonra çalışacağı bürokratların çeşitli meselelerle alâkalı düşüncelerini öğrenmek için onlardan raporlar istemiştir. Aralarında sadrazamın da bulunduğu bu zevâtın beşi ilmiye sınıfından, 13'ü sivil halktan, ikisi de yabancı (Fransız-İsveç) bürokratlardandı. Teklif edilen raporlar içinde dokuz ayrı bölümden oluşan Rumeli Kazaskeri Tatarcık Abdullah Efendi'nin raporu kabul edilmiştir. Bu çalışma diğer bütün raporlardan daha kapsamlı, daha detaylı ve hepsini içine alacak şekilde hazırlanmıştır. Askeriye, ilmiye, bürokrasi, maliye ve devletin harcamaları başta olmak üzere Osmanlı'yı bulunduğu bunalımdan kurtarmak için lâzım gelen bütün tedbirleri içine almaktadır. Raporda, devletin dış ticaretinin, vergi sisteminin ve sikkesinin düzeltilmesiyle alâkalı bölümde askerî ıslahat ile iktisadî alanda yapılması gereken reformların birbirine bağlı olarak düşünülmesi gerektiği vurgulanmış, ekonomik durumunun iyileştirilememesi hâlinde, askerî alanda yapılması hedeflenen reformların kâğıt üzerinde kalacağı ifade edilmiştir. 3. Selim, bu çalışmaları 72 maddelik bir yürütme programı hâline getirmiş ve yürürlüğe koymuştur. Bunun yanında, tecrübe, bilim ve teknolojisinden yararlanmak istediği bazı Avrupa devletlerini tanımanın ve bunlarla münasebetleri geliştirmenin yollarını araştırmıştır. Bunun için, önemli Avrupa merkezlerinde daimî elçilikler açmış, bunlardan gelen bilgilere hususi bir ehemmiyet vermiştir.
Edebiyat, sanat ve musikiyle alâkası
3. Selim'in musikiye karşı derin bir alâkası vardır. Günümüze kadar ulaşan besteleri, terkib ettiği veya canlandırdığı makamlar bunun delilidir. Musikiyi ve musikişinasları himaye etmek suretiyle Türk musikisinin gelişmesine hizmet etmiştir. Musiki âlimlerini âdeta tazyik edip 'nota icat etmelerini' ferman edince, bugün bile takdir edilen çalışmalar ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla 18. asırda Osmanlı klâsik musikisi olgunluk devrini yaşamıştır. Neticede ortaya bir "3. Selim Ekolü" çıkmıştır.
Musikide en verimli dönemini şehzadeliğinde geçiren 3. Selim'in hocası, amcasının imamlarından Kırımî Kamil Efendi'dir. Ondan musiki dersleri almış, dönemin ünlü bestekârı ve tamburîsi İsak Efendi'den tambur öğrenmiş, ney üflemede ise çok iyi bir seviyeye gelmiştir. 3. Selim o tarihe kadar bilinen musiki makamlarının hâricinde Sûz-i Dilâra makamı adı verilen bir makam icat etmiştir. Bu makam Rast, Buselik ve Hüseyni gibi üç makamın birleştirilmesinden meydana gelmiştir. Sûz-i Dilâra makamında peşrev, beste, Mevlevî âyini, Yörük ve saz semaileri bestelemiştir. Günümüze 108 eseri ulaşmıştır. Şiirlerinde "İlhamî, İlham, Selim ve Selimî" mahlaslarını kullanmasına rağmen, İlhamî'yi daha çok tercih etmiştir. Divanında divan edebiyatının hemen her türlü nazım şekline rastlamak mümkündür.
3. Selim ortaya koyduğu eserlerin kritik edilmesinden memnuniyet duyduğunu ifade etmiştir. Yanındaki müzisyenlerin devamlı görüşlerine başvurmuş, onlar sadece övgü dolu sözler söylediklerinde, derviş gönüllü sultan onlara bunun doğru olmadığını ifade etmiştir.
3. Selim'in kendini bulduğu mekân
3. Selim Dairesi, sultanın derin tefekkür imkânı bulduğu, hat (meşk), şiir ve beste çalışmalarını yaptığı bir mekândır. Bu daireyle hünkâr sofası arasındaki dolapta Peygamber Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Sakal-ı Şerîf'i bulunduğu için, bu mekâna Lihye-i Saadet adı da verilmiştir. Odanın duvarlarında Allah (celle celâlühü), Hazreti Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Aşere-i Mübeşşere'nin isimlerinin yazıldığı levhalar yer almaktadır. Aynasının üzerine ise Besmele, bazı âyet-i kerîmeler, tuğrası ve şu kıta işlenmiştir:
"Görmemiş mir'at-ı hülyâsında İskender dahi
Kıl nazar sûret-nümâdan benzemez kâr-ı kadîm
Himmet-i şâhânesiyle kıldı bu kasrı binâ
Rub'ı meskûnun şeh-i dâd-âveri Sultan Selim"
(İskender'in bile hülya aynasında göremediği, eski zaman işlerine benzemeyen bu saraya nazar kıl! [Onu], ancak bir hükümdara yakışacak olan gayretiyle, dünyanın doğruluk ve adâlet taşıyan şâhı Sultan Selim imar etti.)
Hüzünlü bir son
Osmanlı Devleti'nin Batı'nın büyük devletleriyle yarışmasını, güçlenerek eski ihtişamını kazanmasını, devletler arenasında çağın şartlarına uygun yerini almasını istemeyen devlet içindeki asker ve sivil birtakım organizasyonların provokatörlüğü neticesinde, Kabakçı Mustafa İsyanı çıkartılıp, bir kargaşa zemini meydana getirilmiş ve devlet işlemez hâle sokulmuştur. Bu isyan hareketlerinin, dışarıdan da destek bulup beslendiği artık günümüzde bilinen bir gerçektir. 3. Selim, sonunda 29 Mayıs 1807'de Şeyhülislâm Ataullah Efendi fetvasıyla, Darüssaade ağasının elinden lağvedildiğine dâir tezkereyi alıp okuyunca "Allah'ın takdiri budur." diyerek Harem-i Hümâyûn'a gitmiş, taç ve tahtını yeni padişah 4. Mustafa'ya vererek onu tebrik etmiş ve aralarında şöyle bir konuşma geçmiştir:
- Şehzadem! Seni padişah görmek istiyorlar. Var tahtına otur, emaneti al.
- Vallahi bunda benim bir dahlim yoktur. Saltanatı da istemem.
- Hayır, sen emanetini al. Ancak beni bu zalimler elinde rezil eyleme, canıma kıydırma.
Ancak hünkâr, önü alınamayan isyan neticesinde 28 Temmuz 1808'de şehit edilmiştir. İnsanın içini burkan nâşı arz odası ile Babü's-saade arasında bulunmuştur. Şehit edilmeden önce kitap okuduğuna, dua ettiğine, namaz kıldığına veya ney üflediğine dâir değişik rivayetler vardır. Şehit edildiğinde cebinden çıktığına inanılan bir kâğıtta şunlar yazılıdır:
"Kendi elimle yâre açıp verdiğim kalem
Fetva-yı hûn-ı nâhakımı yazdı ibtidâ"
(Kendi elimle yontup, 'Buyur, yazı yaz!' diyerek yâre sunduğum kalem, ilk önce, haksız yere benim idam fermanımı yazdı!)
3. Selim, devletinin ilerleyip gelişmesi hususunda gecesini gündüzüne katan, devletinin bekası ve devletler muvazenesinde tekrar hak ettiği yeri alması için çalışan, sanat ve ilim dünyasının verimli insanlarını destekleyen, meclisinde şereflendiren ve onların önünü açan bir padişah olmuştur. 2. Osman gibi beyaz gömlek giymeyi göze alabilen bu Hak dostu ve Peygamber âşığına haksız yere kıyılması, gelecek nesiller ve yapılacak icraatlar açısından hiç de iyi misâl teşkil etmemiştir. Bu büyük sultan, 29 Temmuz 1808'de, babası 3. Mustafa'nın Lâleli Camiî'ndeki türbesinin yanına defnedilmiştir. Ruhu şâd olsun.
Kaynaklar
- İlber Ortaylı, Mekânlar ve Olaylarıyla Topkapı Sarayı, s. 109, 164, 189, 253, Kaynak yay., İstanbul 2007.
- M. Fatih Salgar, Üçüncü Selim/Hayatı, Sanatı, Eserleri, s. 11–74, 201, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2001.
- İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4. Cilt I. Bölüm, s. 546, TTK yay., Ankara 1982.
- Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, s. 385- 435, Ötüken yay., İstanbul 1978.
- Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, Cilt 4, s. 2089–2213, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1984.
Yusuf KARAOSMANOĞLU
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder