14 Eylül 2012 Cuma

Fransa daki İlk Osmanlı Sefiri:







Fransa'daki İlk Osmanlı Sefiri:




Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi




Osmanlı'nın Fransa nezdindeki büyükelçisi Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi'nin duyarlılıkları ile XIV. Louis döneminin “ince”, “klasik” estetik beğenisi arasında, kendiliğinden bir uyum doğmuştu.





Her şey 9 Ekim 1719'da, Fransa'nın Babıâli nezdindeki büyükelçisi Marki de Bonnac ve Sadrazam Damat İbrahim Paşa arasındaki görüşmede başladı. Boğaziçi'ndeki yeni konutunda sadrazam, “Efendisinin Fransa’ya büyükelçi gönderme niyetini” ilk defa belirtti.






Bu fikir Bonnac'a, “Oldukça yeni ve olağandışı” göründü. Bu tasarı gerçekten önemli bir diplomatik yeniliğe işaret ediyordu. Daimî temsilcilikler kurmayı saygınlığına yakıştıramayan Babıâli, şüphesiz yurtdışına elçi unvanı taşımayan geçici görevliler göndermişti.




O zamana kadar sadece Avusturya İmparatoru Osmanlı elçilerini kabul etme ayrıcalığına ulaşmıştı. İbra­him Paşa'nın 1719'da düşün­düğü, elçi unvanına sahip ola­cak “birinci dereceden bir temsilci” idi.




Bonnac ise, “seçilecek tem­silcinin yetenekleri ve üstün hizmetleriyle kendini kanıtla­mış bir şahıs (...) olması gerektiğini” vurguladı. Seçilen Mehmet Efendi oldu.






Mehmet Efendi bilinmeyen bir ta­rihte Edirne de doğmuştur. Bon­nac’ın aktarımı ile elçilik görevi esnasında (Ağus­tos 1720 - Ekim 1721) 50'li yaşla­rındaydı. Yirmiseki­zinci Yeniçeri Ortası mensubu Mehmet Efen­di “Yirmisekiz” lakabını bu se­beple almış ve Yeniçeri Ocağı idaresinde parlak bir meslek hayatı sürdürmüştü.




Mâli konularda uzmanla­şan bu askeri yönetici aynı za­manda “Fazıl” ismiyle şiirler kaleme alan gayet kültürlü bir adamdı. Bonnac'ın ifadesiyle, Mehmet Efendi'nin görevinin esas amacı “Fransa Krallı­ğı'nda meydana gelen bütün önemli gelişmeleri öğrenmek ve imparatorluğun idaresinde faydalanılabilecek olanları tespit etmek” idi.




Bu görüş doğru olmakla beraber, görevin içeriği siya­setle sınırlı olmaktan uzaktı. İbrahim Paşa medeniyet ölçüsünde düşünmekteydi ve Mehmet Efendi'ye talimatı “medeniyet ve eğitim vasıtala­rını kapsamlı olarak inceleme­yi” ve ülkede “tatbiki müm­kün olanlara ilişkin bir rapor hazırlamayı” içeriyordu.




Hedefleri belirlenmiş bir “Sefaretname”nin kaleme alın­ması, görevin başlangıcından itibaren koşul olarak tespit edilmişti.




Cömert olma­yan ve şahsına karşı saygısız dav­ranan bazı Fransızlara yönelik kızgınlığı Mehmet Efendi’nin İs­tanbul'a dönüşün­de, her fırsatta di­le getirdiği Fransa'ya ilişkin parıl­tılı tasvirlerini hiç­bir şekilde etkile­memiştir.




“Bu Müslüman zat Fran­sa'dan coşkuyla ve ahiret mutluluğuna erenlerin cenneti hakkında Kuran'dan edindiği fikirlere uygun olarak bahse­diyor.” (Prens Rakoczi). Bu coşkulu anlatım Sefaretna­me'nin geneline egemendir.




İleride İsveç ve Fransa'da (1742) büyükelçilik yapacak olan geleceğin sadrazamı oğlu Said Efendi’nin yanında bu­lunması Mehmet Efendi'nin ufkunu genişletmiştir.




Said Efendi hareketlerin­de daha geniş bir serbestiye sahipti ve başarıyla kendini Fransızca öğrenmeye ada­mıştı; Séte'de “şehri gezmeye çıkmış ve şeker fabrikasını görmüştü”; Paris'te tek başı­na Opera'ya gitmiş, Conti Prensi tarafından Clichy'de onuruna tertip edilen bir partiye katılmış ve sarayda düzenle­nen bir “uykusuz geceye” iş­tirak etmişti...




Böylelikle babasının tecrü­besini tamamlama olanağı bu­lacak ve dönüşünde ilk mat­baanın kurulmasında bizzat rol alacaktı.




Sefaretname, Fransızların gelenekleriyle ilgili çok az bil­gi içerir. Vurgulanan tek hu­sus melek yüzlü kadınların durumudur. Mehmet Efendi kadınlara erkekler tarafından gösterilen inanılmaz saygıyı (Fransız kibarlığı) ve özellikle kadınların hareket özgürlüğü­nü kaydetmiştir:




“Hareme kapatılmak bir yana kadınlar baş döndürücü bir hareketlilikle bir aşağı bir yukarı gitmekte, sokaklarda, mağazalarda ve operada arz-ı endam etmektedirler.“






Mehmet Efendi hayret ve hayranlık içeren bir üslupla bilim ve teknik uygulamalar­la, çeşitli sanatlara ilişkin ku­sursuz bilgiler aktarır. “Kral Bahçeleri” ve “Gözlemevi” gibi kurumlarla, bilimsel gelişme­nin nesnel temelini oluşturan araçları tasvir eder.




Midi Kanalı'nın havuzları, Marly'deki makine, aynaların parlatılması veya benzer konularda teknik hususlar ilgisi­ni çeker; yaptığı tasvirler ise işleyişi anlamakta güçlü bir kavrayışa sahip olduğunu göstermektedir.




Sanat ve eğlenceler ise, onun diğer önemli keşifleridir. Mehmet Efendi'nin gördüğü müzik aletleri, gösteriler, bi­nalar, mobilyalar, biblolar ve özellikle bahçelere ilişkin ola­rak üstünde durduğu nitelik “yenilik” olmakla beraber, çar­pıcı olan, onun bu yeniliklere uyum sağlamada gösterdiği yetenektir.




Bu Doğulu bilgenin duyar­lılıkları ile XIV. Louis döne­minin “ince”, “klasik” estetik beğenisi arasında, kendiliğin­den bir uyum doğmuştur.




Esasen endüstri çağının hemen eşiğinde, Doğu ile Batı arasında her şey o kadar da farklı değildi. İstanbul ve Pa­ris, laleler ve kuşlara ilişkin aynı hayranlığa tanıklık edi­yordu ve açık hava ışık gösterileri iki şehirde de modaydı.




III. Ahmed ve XV. Louis'nin saray erkânı, avcılık ve özellikle yırtıcı kuşlarla avlan­ma konusunda benzer bir zev­ke sahipti.




Krallık naibinin dünyanın en güzel elmaslarından birini satın aldığı bu dönemde de­ğerli taşlara, sırma veya simle karışık dokunmuş kumaşlara (dibâ) karşı benzer bir tutku hüküm sürmekteydi.




Hem ayrıca Fransız mo­narşisine özgü yemek ve kralı selamlamaya ilişkin kimi tö­rensel usulleri tuhaflık olarak gördüğünde, Osmanlı Büyü­kelçisi bize daha yakın değil midir?..




Dönemin belgelerinin ta­nıklık ettiği üzere Türk Bü­yükelçisi, Fransızlara göre üç farklı çehreye sahipti. Bütün nesnellikleriyle resmi görevliler, onu, mevcut gerile­mesine rağmen say­gın geçmişi sebe­biyle dünyanın önemli devletlerin­den birinin temsilcisi olarak görmekteydiler.




Ancak o aynı zamanda bir semboldü: “Türk giysileri”, uzun sakalı, ilginç tavırlarıyla bütün meraklı gözleri kendine çekiyor ve özellikle batının cinsel saplantılı düşlerini süslüyordu.




Ayrıca “Doğulu Elçi” in­sanların en naziği, en ağırbaşlısı ve en bil­gesi olarak görülmekteydi. Kısacası Mehmet Efendi, farklı görünümlerin ötesinde, ev­rensel bir insan do­ğasının var oldugu yolundaki zamanın gözde görüşünün somut örneğiydi.



İstanbul'a dönüşünde Mehmet Efendi'nin deneyimi yatışmak bilmeyen bir me­rakla karşılandı. Bütün kuş­ku ve yanlış anlaşılmalara rağmen, bu ivme Batı'da gelişen “Türk modası” ile aynı dönem­de, İstanbul'da da Mehmet Efendi'nin doğal öncülüğünde bir “Frenk modası” akımı­nın yayılmasına neden oldu.



Kuşkusuz elçilik sonrasın­daki en kayda değer ye­nilik, Müslüman dünyasında Arap harfleriyle baskı yapan ilk mat­baanın kurul­masıdır. Mehmet Efendi’nin oğlu Said Efendi ve Hıristi­yanlıktan dönme Macar kö­kenli İbrahim Müteferrika 1727' de bu gelişmenin öncüsü oldular. Ancak bu başlı başına ayrı bir hikâyedir.




Prof.Dr. Gılles Veinstein - Popüler Tarih Dergisi / 74.Sayı / Ekim 2006



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder