14 Eylül 2012 Cuma

İSMET PAŞANIN KURŞUNA DİZİLEN GÜNAH KEÇİLERİ







İSMET PAŞA'NIN KURŞUNA DİZİLEN GÜNAH KEÇİLERİ





YILLARDIR şehir efsanesi gibi anlatılan bir hadisedir:


Sovyet vatandaşı olan bir grup Türk, İkinci Dünya Savaşı senelerinde Türkiye'ye sığınmış ama bir müddet sonra Moskova'nın talebi üzerine ...Sovyetler Birliği'ne iade edilmişler ve hemen sınırda kurşuna dizilmişlerdi.






Bu bahtsız Türklerin kaç kişi oldukları, Türkiye'ye nasıl geldikleri, nerede yaşadıkları ve iadelerine hangi gelişmelerden sonra karar verildiği gibisinden ayrıntılar, sadece söylentilerden ibaretti. Kaç kişi oldukları konusunda bile her kafadan bir ses çıkıyor, sayıları 30-35 ile birkaç yüz arasında değişiyordu...


Bu mesele ile ilgili en doğru bilgiyi ancak geçen hafta, yeni çıkmış bir kitaptan öğrenebildim. Ahat Andican'ın "Osmanlı'dan Günümüze Türkiye ve Orta Asya" isimli eserinden...


Özbek bir ailenin Stalin zamanında Afganistan'a gitmeye mecbur kalan ve orada dünyaya gelen çocuğu olan Ahat Andican, ailesi Türkiye'ye göç ettiğinde bir yaşındadır. Tıp fakültesini bitirir, üniversitede kalır, profesör olur, bir ara politikaya girer, Mesut Yılmaz Hükümeti'nde Devlet Bakanlığı yapar, sonra yeniden eski mesleğine, cerrahi profesörü olarak üniversiteye döner.


TEŞKİLÂT-I MAHSUSA ASYA'DA


Ahat Bey, bundan birkaç sene önce çıkardığı "Cedidizm'den Bağımsızlığa: Hariçte Türkistan Mücadelesi" isimli kitabında, duvarların yıkılmasına rağmen çok kişi için hâlâ Kafdağı'nın ardındaki memleketler gibi görünen Asya'daki Türk devletlerinin tarihini gayet rahat anlaşılır bir şekilde yazmıştı ve bu kitap bence, konusundaki en önemli ve en toparlayıcı çalışmaların başında geliyordu.


Prof. Andican, geçen hafta çıkan "Osmanlı'dan Günümüze Türkiye ve Orta Asya" isimli eserinde, Türkiye'nin Osmanlı İmparatorluğu zamanından itibaren bu topraklarla olan münasebetini ele alıyor. Osmanlı'nın kuruluşunda Orta Asyalı fakihlerin rollerinden İstanbul'un Asya'daki hanlıklarla ilişkilerine, Birinci Dünya Harbi ve Kurtuluş Savaşı senelerindeki temaslardan İttihad ve Terakki ile Teşkilât-ı Mahsusa'nın Türk bölgelerindeki faaliyetlerine ve Cumhuriyet'in ilk yıllarından soğuk savaş dönemine kadar Türkiye'nin Türkî bölgelere yaklaşımını ayrıntılarıyla ve belgeleriyle yazıyor.


Türkiye'ye sığınmış Sovyet vatandaşı Türklerin İkinci Dünya Savaşı senelerinde iadeleri ve bir kısmının hemen sınırda kurşuna dizilmeleri konusunun ayrıntıları da, Ahat Hoca'nın işte bu son eserinde anlatılıyor:

BAHTI KARA 195 KİŞİ


Mültecilerin iadesi isteği, Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov'un 1945 Haziran'ında Kars ve Ardahan'ın yanısıra Boğazlar'da Türkiye ile ortak üsler kurma talebinden hemen sonra gelmiştir. Türk Hükümeti, bir kısmı Yozgat'taki mülteci kampında, bir kısmı da diğer kamplarda yahut Anadolu'nun değişik bölgelerindeki akrabalarının yanında yaşayan mültecileri toplamış ve 1945 Ağustos'unda Sovyetler'e iade etmiştir. İade edilenler 195 kişidir; bir kısmı hemen sınırda, Türk yetkililerin gözleri önünde kurşuna dizilecek, canlarına o anda ilişilmeyenler ise meçhul bir âkıbete götürülecekler; konu altı sene sonra, 1951 Temmuz'unda Ankara'da Meclis'in gündemine gelecek ve İsmet Paşa rejiminin günah keçisi olan kurbanların iadesi konusunda sert tartışmalar yaşanacaktır.


Prof. Dr. Ahat Andican'ın eserini okuduğunuzda, cumhuriyet döneminin bazı "ceberrut" uygulamalarını görecek ve Türkiye'de sadece solcuların ve dinî rejim yanlılarının değil, sağcıların da seneler boyu büyük baskılara uğradıklarını, hattâ bu baskıların bazı kişilerin Türk vatandaşlığından çıkartılmalarına kadar uzandığını öğreneceksiniz.


Tarihçilerin vazifesi olan böylesine çok önemli bir çalışmanın, bir tıp profesörü tarafından, üstelik mükemmel bir şekilde ortaya konmuş olması da, bize mahsus tuhaflıklardan biridir...


Murat Bardakçı -Habertürk


16.11.2009 18:57:38



İkinci Dünya Savaşı adı her geçtiğinde, hep Hitlerin canavarlığı ve Yahudilerin yaşadığı dram akıllara gelir. Ama en az bunun kadar bilinmesi gereken de; Stalinin canavarlığı ve Türkler'in yaşadığı dramdır. Bu yazı; bir yandan Nazi, diğer yandan Sovyet faşizmi arasında kalmış, çaresiz ve umutsuz dış Türkleri anmak ve 1940'lı yılların Türkiye'sinin bu insanlara bakışını sorgulamak için kaleme alınmıştır.




Her ne kadar Türkiye bu savaşa fiilen dahil olmasa da Kırım, İdil-Ural, Türkistan, Kafkas Türkleri, gözü dönmüş Stalin tarafından savaşın tam ortasına itildiler. Savaşa katılan Türk sayısı tam olarak bilinmemekle beraber, kimi kaynaklarda yarım milyon kimi kaynaklarda ise bir kaç milyon olarak telaffuz edilmektedir.




Savaş Öncesinde Türkler'in Durumu




Ekim Devrimi ile farklı umutlara kapılan Türk halklarının hayal kırıklığı yaşaması uzun sürmez. Sistemin beklentilere cevap vermemesi, başlangıçta verilen sözlerin tutulmaması ve 1930 Buhranı ile yaşanan kıtlık ve ekonomik tükenmişlik sisteme olan inancı giderek tüketir. Yine Lenin ve daha sonra Stalinin Pan-Slavist baskıları Türkleri tamamen yeni arayışlara iter. Savaş böyle sosyo-ekonomik koşullar altında başlar.




Savaş Dönemi




Savaşta Türkler, cephenin önünde yer alır. Yeterli derecede askeri techizat, giyecek ve gıda verilmeyen Türklerin Almanlara esir düşmemesi için hiçbir sebep yotur. Savaş boyunca 400 binin üzerinde Türk Almanlara esir düşer. Bunların 100 bin kadarı açlık ve çeşitli hastalıklardan esir kapmlarında hayatını kaybeder.




Hatta bazılarının sünnetli oldukları için Yahudi sanılarak öldürüldüğü bile olur.




Savaşın şiddetini artırdığı dönemde Türk esirlerden bir bölümü askeri araç-gereç ihtiyacını karşılamak üzere kurulan fabrikalarda çalıştırıldılar.




1941 yılında Almanlar yeni birlikler oluşturmaya karar verirler. Bunun için Türk esirlerken kurulu lejyon birlikleri oluşturulur. Sözde gönüllülük esasına dayanan bu birliklere katılım, esir kamlarındaki katlanılmaz koşullar nedeniyle bir kurtuluş olarak görülür. Yine Stalinin esir düşenler için çıkarttığı ölüm fermanı da bu birliklere katılımda etkili olur.




Alman ordusu içerisinde Azerbaycan,Kuzey Kayfas, İdil-Ural, Kırım ve Türkistan birlikleri oluşturulur. Bu birliklerin sayısı tam olarak bilinmemektedir.




Türkiye bu savaşta fiilen yer almamıştır. Ama 1945'teki Yalta Konferansı'nda müttefiklerin aldığı, Almanya'ya savaş ilan etmeyen devletlerin Birlişmiş Milletler'e katılamayacağı yönündeki karararı sonucu Türkiye 23 Şubat 1945'te Almanyaya savaş ilan eder. Ama bu tarihte, resmen ilan etmese de Almanya yenilmiştir artık. Bu da bir anlamda, müttefiklerin elindeki Türk esirlerin Rusyaya teslim edilmesi meselesinde Türkiye'nin birşey yapamayacağı anlamına gelmektedir. Yalta Konferansı'ndan çıkan diğer bir karar ise, müttefiklerin elindeki Sovyet esirlerin Rusya'ya iadesidir. Stalin tarafından vatan haini ilan edilen bu kişilerin akıbeti ise bellidir.




Esirlerin Teslim Edilmesi




Esirler konusu Türkiye açısından 3 farklı çerçevede ele alınabilir. Birincisi Mavi Alay Olayı; 2000 civarındaki Kırım ve Karaçay Türkünün, Türkiye Cumhuriyeti demiryolları üzerinden Rusyaya aktarılması karşısında tepkisiz kalınmasıdır. İkinisi,Türkiye'ye sığınmış ve 243 mültecinin SSCB'ye teslim edilmesidir. Üçüncüsü ise; Boraltan Köprüsü olarak bilinen, Türkiye'ye iltica eden 146 Azeri Türkü'nün sınırdan geçmelerine izin verilmeyerek SSCB'ye iade edilmesidir.




1. Mavi Alay Olayı:




Mavi Alay, Kızılorduya karşı savaşan Kırım Birliğine verilen isimdir. Bu aslında Kırım ve Karaçay Türkleri'nin ortak dramıdır. Sovyet baskısından dolayı yurtlarını terkeden Kırım ve Kafkas aileleri önce İtalyaya giderler. Savaşın Almanlar aleyhine gelişmesi üzerine Avusturya'da bulunan Drau Nehri çevresine yerleşirler. Bu bölge müttefik kuvvetlerinin eline geçmesiyle 7000 kadarı esir düşerler. Rusyaya dönmek istemeyen bu esirler çeşitli ülkelere mülteci olarak sığınmak için başvururlar. Fakat,İsviçre haricinde, Türkiye de dahil bütün ülkeler bu insanlara kapılarını kapatırlar. Rusyaya dönmek ölümdür,bunu bilenler dönmemek için her türlü direnişi gösterirler. 3000 civarında esir Drau nehrine atlar, intihar edenler de olur. Sonuçta bu kişiler trenlere doldurularak Sovyet yetkililere teslim edilirler.

O dönemde bu kişilerin nakli Türkiye üzerinden gerçekleşir. Bu durum, esirler için umut kaynağı olur. Kardeş vatan olarak bildikleri Türkiye'nin kendilerini bırakmayacaklarını düşünürler. Tren Türkiye sınırlarından girdiğinde tren içerisinde bir coşku yaşanır. Ama hiçbir istasyonda kapılar açılmaz ve SSCB sınırına yaklaştıkça bu sevinç yerini hüsrana bırakır. Belki de en acısı Türkiye üzerinden ölüme gitmektir. Trendeki Türk subaylara, 'bizi siz vurun,onlara vermeyin' diyenler olur. Ama nafile...Sovyet sınırına ulaşınca trende 2000 civarında kişi kalır. Akıbetleri nedir bilinmez ama geride bu topraklarda bıraktıkları umutları kalır. Bu süreçte Türkiye Sevyetlere karşı hiçbir itirazda bulunamaz.




2. Mülteciler Meselesi:




Savaş sırasında bir şekilde Türkiye'ye gelen Sovyet vatandaşı Türkler olur. Bunlar Yozgat civarında yaşamaktadır. Ulvi Keser'in 'İkinci Dünya Savaşı Sürecinde Yunanistan, Türkiye’de Mülteciler, Askeri İhlaller ve Esirler Sorunu' adlı çalışması ile gün yüzüne çıkan bu olay da içler acısıdır. Çoğunun Türkçe konuştuğu belirtilen bu 243 kişi, bütün direnişlerine rağmen 1945 yılının ortalarında Rusyaya teslim edilir. Hiçbir sorgulama gerçekleştirilmeden sınırın öbür tarafında kurşuna dizilirler.




3. Boraltan Köprüsü Katliamı:



Dönemin SSCB sınırında Aras Nehri üzerinde kurulu bir körüdür Boraltan. Bir gün kendisi yıkılsa da adı asırlar boyu hatırlanacaktır.



1944 senesidir, Stalin savaşta karşı cepheye geçenlerin intikamını geride kalanlardan alır. Pan-Slavist baskılar da had safhaya ulaşmıştır. Türkler sürgün ve katliamlardan kaçış yolları ararlar. İşte Boraltan Köprüsü böyle bir kaçışın sonunda yaşanan sonun adıdır.




146 Azerbaycan Türkü sınırı geçerek Türkiye'ye kaçar. Türkiye sınırından içeri girince artık tedirginlikleri bitmiştir, Türkiye'nin kendilerine sahip çıkacağından, ölümün kucağına bırakmayacağından emindirler. Sınırdaki bir karakola sığınırlar, karakol komutanı kendilerini ağırlar ve Ankara'ya konu ile ilgili bilgi verir.




Hepsinde kurtuluşun sevinci vardır. Baskı, zulum ve nihayetinde ölüm sınırın öbür tarafındadır. Ankara'dan gelecek haberin olumsuz olacağı akıllarda bile yoktur, kimse öyle bir durumun olacağına en ufak bir ihtimal vermemektedir.

Ama gelen haber tam bir deprem etkisi yapar. Komutan yanlış anladığını düşünür, emri tekrar sorar. Gelen yanıt yine aynıdır. 'Geri iade edin!'




Ek olarak; emre uymadığı takdirde komutanın emre itaatsizlik ve vatan hainliği ile yargılanacağı da bildirilir. Komutan çaresizdir, söylemeye dili varmaz ama...




146 kişi, sınırın ötesindeki, namlularını zaten hedefe doğrultmuş olan Sovyet müfrezelerinin ellerine terkedilir. Hepsi Türk askerlerinin gözleri önünde kurşuna dizilir. İnsanlığa dair ne varsa Aras'ın azgın sularında kaybolur o anda.


Ömür Özdemir



1 yorum: