10 Kasım 2012 Cumartesi

KEL ALİ (Ali Çetinkaya) VE KILIÇ ALİ


KEL ALİ (Ali Çetinkaya)
 
Atatürk’ün yakın arkadaşı Ali Çetinkaya Osman Paksüt’ün dedesi. İstiklal Mahkemelerinde binlerce mazlumu darağacına gönderen Ali Çetinkaya’nın lakabı ise Kel Ali ya da diğer adıyla “Cellat Ali”. İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi olan Çetinkaya, Şeyh Sait olayında İstiklal Mahkemesi Başkanı olarak görev yaptı. Atatürk'e yönelik İzmir’deki hayali suikast senaryosunda hedef gösterilen isimleri "Ankara İstiklal Mahkemesi Başkanı" sıfatıyla yargıladı.
 
ALİ’LERDEN BİRİ

1878 yılında doğan Ali Çetinkaya, İttihat ve Terakki'nin kuruluşundan itibaren önemli görevlerde bulundu. Kurtuluş Savaşı'nın ardından Atatürk tarafından Afyonkarahisar Mebusu yapılarak Meclis'e sokuldu. Milli Mücadele'nin önemli şahsiyetlerinden Ardahan Mebusu Halit Paşa’yla Mustafa Kemal Atatürk arasında 1925’te yaşanan tartışmanın ardından Paşa’yı katleden isim olarak da, Ali Çetinkaya’nın ismi ön plana çıktı. Ancak pek çok görgü tanığının ve sonraları tarihçilerin tespitlerinin aksine; olay 'faili meçhul' bırakıldı. 'İzmir Suikastı' davasında Kazım Karabekir Paşa’yı yargılayan İstiklal Mahkemesi’nin başkanlığını da yapan Ali Çetinkaya, 1934'te Bayındırlık Bakanlığı, 1939-1940 yılları arasında da Ulaştırma Bakanlığı görevlerinde bulundu. Çetinkaya, 1949 yılında İstanbul'da öldü. 'Dört Ali'ler Divanı' olarak da anılan İstiklal Mahkemeleri, 'olağanüstü mahkemeler' olarak tarihe geçtiler. Ali Çetinkaya (Kel Ali ), üyeler Ali (Kılıç), Ali (Rizeli), savcı Necip Ali (Küçüka) ile Dr. Reşit Galip'ten oluşan İstiklal Mahkemesi, hilafetin kaldırılmasına tepki olarak başlayan Şeyh Said olayına katılan binlerce kişiyi hukuk dışı bir kararla idam ettirmişti. Sadece doğu illerinde değil diğer illerde de çok sayıda kişi Ali Çetinkaya tarafından tutuklanmıştı. Şeyh Sait olayına karıştığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, çok geçmeden hükümet kararnamesiyle kapatılmıştı.

HALK “CELLAT” LAKABI TAKMIŞTI

İstiklal Mahkemelerinin en temel özelliği ise, yargılananların temyiz yani itiraz hakkının bulunmayışı idi. Mahkemenin kararlarını çok kısa sürede vermesi, kararların bir gün gibi bir zaman içinde uygulanması, mahkemeleri her daim sorgulanır hale getirmişti. Mahkemenin önemli isimlerinden Ali Çetinkaya’nın hukuk eğitimi almayan bir isim olması da bir başka skandaldı. Çetinkaya, verdiği acımasız kararlar nedeniyle halk arasında, “cellat” sıfatıyla anılıyordu.

Ali Çetinkaya (d. 1878, Afyonkarahisar - ö. 1949, İstanbul), Türk asker siyaset ve devlet adamı. "Kel Ali", "Cellat Ali" kendisine verilen sıfatlardandır.[1] I. Dünya Savaşı'nda çeşitli cephelerde savaşmış bir subay; İzmir'in işgalinden sonra Kurtuluş Savaşı'nın askeri anlamda “ilk kurşununu atan” kişi olarak kabul edilmiştir. Bayındırlık Bakanlığı ve Ulaştırma Bakanlığı görevlerinde bulunmuş bir siyasetçi; Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Ulaştırma Bakanı’dır.

Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nda, TBMM I. II., III., IV., V., VI., VII. dönemlerde meclis üyesi olarak yer aldı. Hukukçu olmamasına rağmen ikinci dönem Ankara İstiklal Mahkemesi başkanlığını yaptı. İzmir suikastı, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası davası gibi önemli davalara baktı. Bayındırlık Bakanlığı sırasında Ankara’daki resmi dairelerin çoğunu yaptırdı. Ulaştırma bakanlığı sırasında demiryolu politikasının savunucusu oldu.

Ankara İstiklal Mahkemesi başkanlığı görevinde İskilipli Mehmed Âtıf Hoca'nın idam kararını vermiştir.

Yaşamı

1878 yılında Afyonkarahisar'da doğdu. Babası demirci ustası Ahmet Efendi, annesi Fatma Hanım’dır. Babasını küçük yaşta kaybetti. Afyonkarahisar Rüştiyesi'nde ve Bursa Askeri İdadisi'nde okudu. Ardından 1898’de Harp Okulu’nu bitirdi. Devrin pek çok genç subayı gibi Balkanlar’da görev yaptı ve geleceğin ünlü subayları olan Resneli Niyazi Bey, Enver Bey, Ali Fethi Bey ile tanıştı. 1907’da Manastır’da İttihat ve Terakki Cemiyeti adlı gizli örgüte katıldı. Hareket Ordusunun 31 Mart İsyanı’nı bastırmasından sonra II. Abdülhamit’in tahtan indirilmesinde ve Alatini Köşkünde ikamete götürülürken korunmasında Muhafız Birlik Komutanı Ali Fethi Bey’in yardımcısı olarak görev aldı.

Trablusgarp’ın işgali üzerine gönüllü subay olarak Trablusgarp Savaşı’nda çarpıştı; Mustafa Kemal ile aynı cephede savaştı. Bu arada “deli” lakaplı Üstteğmen Halit Bey ile görev yapmış ama anlaşamadıkları için iki subayın görev yerleri değiştirilmişti.[3] Trablusgarp’taki başarılarından ötürü binbaşılığa terfi etti.
I. Dünya Savaşı’nda Irak, Kafkasya ve Makedonya cephelerinde çarpıştı. Yarbaylığa yükseldi. Kut’ül Ammare’de dört ay Türk Birliklerine karşı dayananİngiliz birliğini teslim almada büyük katkısı oldu. Başarılarından ötürü Türk, Alman, Avusturya madalyaları ile ödüllendirildi.
Mondros Mütarekesi’nden sonra İstanbul’da Karakol Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer aldı ve “Yediler” diye bilinen ilk faaliyet grubunun içinde bulundu. Anadolu’ya silah, cephane kaçırmak için uğraştı. Bu dönemde Mefharet Hanım ile nişanlanadı ve daha sonra gerçekleşen evliliklerinden “İstiklal”(1923-2011) adlı bir kızı dünyaya geldi.

İzmir’in işgalinden az önce , Ayvalık’taki 172. Alay Komutanlığı'na getirildi. 29 Mayıs 1919 Ayvalık’ı işgal eden Yunan ordusuna karşı ilk direnişi başlattı ve halkın da katılımını sağlayarak, Ayvalık Cephesini oluşturdu. Günümüzde, Ayvalık'ta Yunan işgaline karşı atılan ilk kurşunun atıldığı yer olarak kabul edilen tepede onun adını taşıyan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait Rehabilitasyon Merkezi Komutanlığı yer alır.

Ekim 1919’da askerlikten istifa etti ve 1920’de toplanan son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na Afyonkarahisar milletvekili olarak girdi. İstanbul’un işgali üzerine Malta sürgünleri arasında yer alarak yurttan uzaklaştırıldı. 1921’de serbest bırakıldı ve yurda dönerek Afyonkarahisar mebusu olarak TBMM 1. Dönem’e katıldı.
1925'te TBMM'de tartıştığı Ardahan Milletvekili Halit Paşa'yı öldürdü; ancak meşr-u müdafaa halinde olması bahanesiyle hakkında kovuşturma yapılmadı.

Şeyh Said İsyanı’ndan sonra kurulan ve 7 Mart 1927’e kadar görev yapan İkinci Dönem Ankara İstiklal Mahkemesi’nin başkanlığını yaptı. Mahkemenin “Üç Ali'ler” diye bilinen üyelerinden birisiydi (diğerleri; Kılıç Ali ve Necip Ali). Mahkemenin baktığı en önemli davalardan birisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası‘nin Şeyh Said İsyanı ile bağlantılı görülüp kapatılmasına yol açan davadır. Bir diğer önemli dava ise Mustafa Kemal’e karşı düzenlen İzmir Suikastı ile ilgili davadır. Mahkeme bu davada Mahkeme bütün Terakkiperver mensubu milletvekillerini ve muhalefetteki etkili İttihatçıları tutuklama kararı almış; hatta tutuklananların delil yetersizliği nedeniyle serbest bırakılmasını isteyen Başbakan İsmet Bey’i de tutuklama kararı almıştır.
16 Şubat 1934'te Bayındırlık Bakanı oldu. Ankara'daki resmi dairelerin çoğu, Çetinkaya'nın beş yıl süren bakanlığı sırasında yapıldı. Bu görevi 3 Nisan 1939’a değin sürdü. Bakanlığı sırasında 1937'de Almanya'ya seyahati sırasında gerçekleşen buluşma sonucu Nazi Diktatörü Adolf Hitler'le görüşen ilk Türk Bakan oldu ve Hitler’in dünyayı bir savaş sürüklediğini tespit etti.
1939-1940 yıllarında bir süre de Ulaştırma Bakanlığı yaptı. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Ulaştırma Bakanıdır. Bakanlığı sırasında demiryolu politikasının savunucusu oldu ve 1200 km demiryolu yaptırdı.
Ulaştırma Bakanlığı’ndan ayrıldıktan sonra 1946’ya kadar Afyonkarahisar milletvekili olarak kaldı. Yapılan ilk serbest seçimde Afyonkarahisar halkı tarafından milletvekili seçilmemiştir. Ömrünün son yıllarını İstanbul’da geçirdi. 21 Şubat 1949 tarihinde İstanbul'da hayatını kaybetti Afyonkarahisar’a defnedildi.

Kaynaklar

"Milli cellatlar, cellat mukallitleri". Taraf. 3 Nisan 2011. http://www.taraf.com.tr/ayse-hur/makale-milli-cellatlar-cellat-mukallitleri.htm. Erişim tarihi: 13 Ağustos 2012.

Mustafa Balcıoğlu, Ölümünün 48. Yılında Ali Çetinkaya, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt 13:, Sayı:38 Temmuz 1997

Üç Ali’ler, Tarih ve Aydınlanma Sitesi, Erişim tarihi:08.08.2011 Mecliste Öldürülen Ardahan Milletvekili Deli Halit Paşa, Siyasalbirikim Gazetesi, 25.05.2011

Çetinkaya Hitler Görüşmesi, Bilici.net sitesi, Erişim tarihi:08.08.2011
 
KILIÇ ALİ

Atatürk'ün yakın arkadaşı, koruması, yaveri, asker ve siyasetçi

Ali Kılıç (d. 1889 - ö. 1971) Türk asker ve siyasetçi. Asıl adı Süleyman Asaf Emrullah'dır. Çoğunlukla Kılıç Ali olarak bilinir.
Askeri okulu bitirdikten sonra Binbaşı rütbesiyle I. Dünya Savaşı'na katıldı. Kurtuluş Savaşı'nda Maraş, Antep yöresinde milli kuvveti kurmakla görevlendirildi. Bu göreve giderken de Mustafa Kemal'in önerisiyle, Beşiktaş'ta oturduğu mahalleden hareketle, sonradan adı yerine geçecek olan kod adını (Kılıç Ali) aldı.
Karayılan ve Şahin Bey ile birlikte bu bölgede çıkan ayaklanmaları ve Kırşehir İsyanı'nı bastırdı. Keferdiz ( Sakçagözü ) ağası Hurşit Ağa'nın konağını karargâh olarak kullandı ve Hurşit Ağa'nın 200'den fazla silahlı adamının askeri taktiklerini koordine etti. Yine Hurşit Ağa'nın kişisel servetiyle aldığı silahların ve cephanenin bölgedeki direnişçilere ulaşmasını sağladı. Ağrı İsyanı sırasında kurulan İstiklal Mahkemeleri'nde üyelik yaptı.
1920-1938 yılları arasında Antep milletvekilli olarak TBMM'de bulundu. Hurşid Ağa'nın Hatay'ın anavatana katılması için Hatay Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen'e verdiği desteğin ( Hatay'ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar - Tayfur Sökmen / Tarih Kurumu Yayınları - 1992 ) devletle koordinesini sağladı. 1961'de Yeni Türkiye Partisi'nin kurucuları arasında yer aldı. Türk futbolcu ve teknik direktör Gündüz Kılıç ile köşe yazarı Altemur Kılıç'ın babasıdır. Ayrıca, Cumhuriyet tarihinin ilk kadın seramikçisi Füreya Koral ile evlenmiştir. Kitapları
Hatıralarını anlatıyor (1955), Atatürk'ün Hususiyetleri (1955), İstiklal Mahkemesi Hatıraları (1955) "Füreya" - Ayşe Kulin, s. 46, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2004
 
Kılıç Ali’nin oğlu babasının cinayetlerini itiraf etti-2

"Kılıç Ali'nin oğlu babasının cinayetlerini itiraf etti

Tarih 7 Mart 2003. Günlerden Cuma. Yer Kanal 7 stüdyosu. İskele-Sancak programında Türkiye'nin, ABD'nin cinayetine yardım ve yataklık edip etmeyeceği tartışılıyor. Sıra, programa konuk olarak katılan Abdurrahman Dilipak'ta. Dilipak, bir ara sözü 'Kurtuluş Savaşı'ndaki (demek ki kurtulmamışız, halimize baksanıza 80 yıl sonra hâlâ başladığımız yerdeyiz) "Amerikan mandacılığını" gündeme getirdi. Programın konukları arasında Kılıç Ali'nin oğlu da yer alıyor. Sanırım onu bir yerlerden hepiniz hatırlarsınız. Hani şu ünlü İstiklâl Mahkemeleri celladı Kılıç Ali canım! İşte onun oğlu, uyuklamadığı sıralarda, Abdurrahman Bey'e iki de bir kılçık atıyor. Bazen mütedeyyin insanlara hakarete yelteniyor. Derken, Abdurrahman Bey sözü "Kurtuluş Savaşı"na getirerek "Sizin babanız da Kurtuluş Savaşı'nda yer aldı..." diye devam ediyordu ki, tarihî itiraf işte tam o zaman gerçekleşti. Kılıç Ali'nin oğlu, Abdurrahman Bey'in sözünün "Sizin babanız da..." kısmında lafa girdi. Muhatabının ne dediğini dahi anlayıp dinlemeden "bilinçaltı" ona öyle tarihî bir itiraf yaptırdı ki, o itirafı ona babasının üyesi olduğu İstiklâl Mahkemesi bile yaptıramazdı. Daha "babanız" lafızı duyunca patlayan Kılıç Ali'nin oğlu ne dese beğenirsiniz: "Babam az bile yapmış ki, sizin gibiler hâlâ ortalıkta dolaşıyor!" Programın yöneticisi, mütedeyyin insanlara bilinçaltındaki kinini boşaltan Kılıç Ali'nin oğluna "Abdurrahman Bey babanız hakkında kötü bir şey demedi ki! O babanızın Kurtuluş Savaşı'na katıldığına atıf yaptı!" deyince, Kılıç Ali'nin oğlunun yüzünü bir görmeliydiniz. Fakat, ok yaydan çıkmıştı bir kez. Tarihî itiraf gerçekleşmişti. Adam bilinçaltında ne kadar kin varsa onu bir cümlede boşaltmıştı. Ama bu bir cümle, aynı zamanda İstiklâl Mahkemeleri'nin tarihî misyonunu da ele veriyordu: "Muhaliflerin kökünü kazımak." Kılıç Ali'nin itirafçı oğluna göre, İstiklâl Mahkemesi cellatlarından olan babası işini tamamladığını sanmış, fakat tamamlayamamıştı. Bunun en büyük delili, hâlâ İslâmî bir hayatı savunan insanların varlığıydı. Onun babası,kökünü kazıyalım diye binlerce insanın kanına girmişdi.

Bu "binlerce" sözü, lafın gelişi söylenmiş bir söz değil. Yukarıdaki itirafa benzer tarihî bir itirafı kaynağıyla vereyim de, işin vahametini kavrayın: 3 Mart 1931 tarihli Son Posta gazetesi, İstiklâl Mahkemesi cellatlarından biri olan Cellat Kara Ali'yle bir röportaj yapar. Orada Kara Ali, "İstiklâl Mahkemesi'nin kararına istinaden astığı insanların toplam sayısının 5216 olduğunu, bunlardan 3.000 küsurunu yalnızca Konya ve civarında astığını" dile getirir. Değil mi ama, bu kadar kanı boşuna mı akıtmışlardı? Şimdi Abdurrahman Dilipak gibiler nereden çıkmıştı? Adam resmen bunu söylemek istiyordu. Hem de onbinlerce TV seyircisinin önünde. Kılıç Ali'nin oğlu, kendisini zor durumda bırakan bilinçaltının kendisine oynadığı oyun sayesinde de olsa, samimi bir itirafda bulunmuştu. Keşke onun kafadarlarından olan herkes bu gerçeği itiraf edecek kadar yürekli ve dürüst olabilseydi. Merhum şehid Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi'yi hatırlar mısınız? Bu büyük zat, Kılıç Ali'nin darağacına gönderdiği sayısız insandan biridir. 3 Şubat 1926 gecesi Allah'a yürümüştür. Osmanlı'nın son büyük âlimlerinden İskilipli Âtıf Hoca'nın kanında da onun elleri vardır. Oğlu yalan söylemiyor; Abdurrahman Bey gibi manevi değerlere önem veren insanlar eline geçseydi, gözünü kırpmadan darağacında sallandırırdı. "Aradan bunca yıl geçti, bunca haksızlıklardan sonra kinleri hâlâ dinmedi mi?" diyecekseniz, cevabı Kur'an versin: "Onların ağızlarından kin taşmaktadır, içlerinde gizledikleriyse daha büyüktür." (Al
i İmran, 118.Ayet)


03/09/2005

Arif Çevikel


Babaeski müftüsü Ali Rıza Efendi ile Atıf Hoca yanyana Ankara Hapishanesinde kurulan sehpaya çıkarılır.

Şimdi daha evveline dönelim ve birkaç detaya girelim. Atıf hoca da savunmasını yazarken bir aralık uyuya kalır,Necip Fazıl şöyle anlatır. Atıf hocanın uykusu uzun sürüyor.Tahir hoca müdafasını yazmakta devam ederken,Atıf hoca birden bire gözlerini açıyor.Yüzünde harikulade derin ve ince bir tebessüm.Tahiru’l-Mevlevî’nin gözleri hayretle alabildiğince açık,24 saat içine sığacak büyük kerameti şimdiden sezmişti.” “Ne o hocam çabucak uyanıverdin?” “Uykuda murad hasıl oldu” “ Yani?” “Yani beklediğim rüyayı gördüm.” Tahirü’l-Mevlevî haşyet ve dehşetle soruyor: “Ne gördün?” Atıf hoca yatağında doğrulmuş ve müdafasını karaladığı kağıtları elinde büzmüştü. “ KAİNATIN FAHRİ ni gördüm,bana; yanıma gelmek dururken ne diye müdafa karalamakla uğraşıyorsun dedi.” Başka bir yerde ise Atıf hoca için Japonya büyükelçisi Baron Uşida'nın şöyle fikir beyan ettiği söylenir. " Sizin gibi bir kaç hoca daha olsaydı İslamiyet bütün doğuyu,bu arada Japonya'yı da fethederdi." Aslında bu bir vasiyet niteliğinde olup,şimdilerde Japonya'yı müslümanlaştırma projeleri devreye sokulmuştur.

"Taâli-i İslam cemiyeti" ni kumasını ise bazı çevreler şöyle nakleder.
Müslümanlar arasında birlik ve beraberliği sağlamak,İslam düşmanlarına,İslami bir şuurla karşı koymak amacıyla "Taâli-i İslam cemiyeti" ni kurdu. Oysa ki,1925'te neşrettiği "Frenk Mukallidliği" isimli eseriyle şapka devrimine şiddetli muhalefet ettiği,halkı isyana teşvik ettiği iddiası ile İSTİKLAL MAHKEMELERİ tarafından tutuklandı,yargılama sonucu “Babaeski Müftüsü Ali Rıza ile müderrislerinden İskilipli Atıf Hoca’ nın idamına karar verildi. O zamanki bazı gazeteler"şapka için işlenen bu cinayet"deyimini kullanacaklardır. Başka gazeteler ise şöyle demektedir: “İrtica kitapları müellifi olup İstiklal mahkemesince idama mahkum olan İskilipli atıf Hoca ile Babaeski müftüsü Ali Rıza Hoca hakkındaki idam kararı bu sabah infaz edilmiştir.”
(4 şubat 1926 tarihli gazeteler.)



Araştırmacı yazar Hüsnü Aktaş’ın bu konuda yanlı yazıları da mevcuttur.
Ayrıca Bolu’lu Nizamettin Saraç isimli bir şahsın Sebil Dergisinde yer bulan anlatımlarından bir bölümü de sizlere sunayım. Muhakemeyi reis sıfatıyla Kel Ali adıyla maruf Ali Çetinkaya yürütüyordu.Büyük bir hışımla hocaya dönerek: “Sen şapka aleyhinde bulunmuşsun!”dedi. Hoca sakin ve vakur bir tavırla: “Evet efendim.Şapka kanunu çıkmadan iki sene önce şapkanın bir müslüman kisvesi olmadığına dair bir risale yazmıştım.”dedi. Kel Ali: “Şimdi ne yapıyorsun?” diye sordu. Hoca : “Kanunlara itaat ediyorum” cevabını verdi.Bunun üzerine Kel Ali hiddetle bağırarak: Sen bilmiyor musun ki şapka da bezdir, fes de bezdir deyince hoca sukunetle: “Evet biliyorum,ancak hey’et-i hakimin arkasındaki bayrakta bezdir,lütfen o bezi kaldırınız da yerine bir İngiliz bayrağı asınız.”karşılığını verdi.

Kel Ali hiddetlenmişti.”Ne diyorsun ?“diye bağırdı.

Hoca: “Şapka bir alamettir, adet ile alamet arasındaki farkı düşünerek o risaleyi yazmıştım.” Dedi. Bunun üzerine celse tatil olundu ve savunmasını yapmak için mahkeme bir gün sonrasına ertelendi.Hakikaten İskilipli Atıf Hoca merhum şapka kanunun kabulünden iki sene evvel Frenk Mukallitliği adıyla bir risale yazmış ve bunda şapkanın bir küfür belirtisi olduğunu beyan etmişti.Celse ertelendikten sonra hapishanede savunmasını yazan merhum, o gece Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i rüyasında görmüş ve kendisine: Bana gelmek istemiyor musun ki müdafaa hazırlıyorsun? buyurulmuş.Bunun üzerine yazdığı müdafaayı yırtan hoca mahkemede hiçbir diyeceği olmadığını beyan etmiş.Çünkü gördüğü rüyadan mutlak idam edileceğini anlamış.Ben bunları sonradan öğrendim.Fakat garip bir tesadüf ki hocanın muhakemesinin bittiği günün ertesi günü onu asılmış vaziyette eski Meclis’in avlusunda iri yarı gövdeleriyle ve normal ebattan daha uzun bir darağacında hocanın sallandığına şahit oldum. Tesadüfen oradan geçiyordum.Hoca pırıl prırıl parlayan sakallı ve nurani yüzüyle sanki hiçbirşey yokmuş gibi sallanıyordu demektedir. Yarıgalamada bulunan kişiler hakkında yapılacak yorumlar ise belkide olayın değişik boyutlarını ortaya koyması bakımından farklı görüşler olması için sebep olabilirdi. Çünkü, Ankara İstiklal mahkemesi azalarından sadece Rize mebusu Ali Bey ile, savcı Necip Ali Bey hukuk öğrenimi görmüştü. Reis Kel Ali(Çetinkaya) ve diğer azalar Kılıç Ali ile Reşid Galip beyler asker kökenli idiler.

İstiklal Mahkemeleri konusunda Uğur Mumcu'nun tasbiti şöyledir. “Devrim bir şiddet olayıdır! Devrim, şiddet ile gelir… her devrim idam sehpalarıyla, giyotinlerle ile başlar; sonra evrim sürecine dönüşüp barışçı yöntemlerle gelişir. Hangi devrim kansız yapılmıştır? Hangi devrim toplumsal gerilimler yaşatmamıştır?....

Prof.Dr.Ergün Aybars’ın “İstiklal Mahkemeleri” adlı kitabında ise,İstiklal mahkemeleri zabıtlarını inceleme açısından bazı tesbitleri de mevcuttur.
Ayrıca,mahkeme heyetinin hitap tarzına eleştirel açılardan yaklaşımlarda tesbitler vardır.

Ör:“.......İnkâr filan edeyim deme! Temyizsiz,istinafsız bir mahkeme karşısında bulunuyorsun. Ufak bir yalan söylersen okkanın altına gidersin.” “Hocam ruhun karanlık.”gibi ifadelerin bu mahkemenin ön yargılı,kanunlarına biraz daha şiddet destekçisi,acilen hüküm sonuçlanırmaya yönelik gibi eleştiriler yapılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder