Tüfeği Keşfeden ve Avrupa’lılara Öğreten,
Türk Komutanı Ebû Müslim el-Horâsânî’nin Yâveriydi!..
Müverrih Osmân’ın, “Tüfek”le İlgili Çarpık İddiâları
Kökünden Çürüten Rivâyeti
“İstanbul’un fethinde tüfek kullanılmadığı” yönündeki asılsız iddiâlara bir cevap olarak, “top” ve “tüfek” gibi ateşli silâhların Osmanlı ordusuna daha kuruluş yıllarında iken girdiğini belirtmiş; “top”un ilk olarak Orhan Gâzî zamanında kullanılmaya başlandığını, “tüfek”le ilgili ilk târihî kayıtlara ise Murâd Hüdâvendigâr Hân döneminde rastlandığını ifâde etmiş ve bunları ortaya koyarken Osmanlı târihinin en eski yazılı kaynaklarından deliller getirmiştik.(1)
Şimdi ise tüfeğin kim tarafından, hangi târihte îcâd edildiğini gösteren çok önemli bir rivâyet naklederek, bu tür asılsız iddiâları ve yersiz tartışmaları tamamen ortadan kaldıracak ve tüfeğin Osmanlı ordusuna belirttiğimiz târihten çok daha önce girdiğini gösteren kesin bir delil ortaya koyacağız.
Hangi Târihte İcâd Edildi?
Tüfeğin icâd edildiği târih, târih kaynaklarının birçoğunda on dördüncü yüzyılın ortaları olarak gösterilmiş ve bu iddiâ bir ezber şeklinde günümüze kadar gelmiştir. Yerli ve yabancı pek çok târihçinin ortak iddiâsına göre, “tüfek”, her önemli icat gibi Avrupa’lılar tarafından(!) keşfedilmiş ve müslüman milletlere çok daha sonraları(?) girmiştir. Bu mesnedsiz iddiâ, Osmanlı’ya kin kusarak beslenen “târihçi” sıfatındaki bazı “tahrifçi”lerin iştahını kabartmış, bu bilgi ve belge fukarâları fırsattan istifâde yol bulup, “İstanbul’un fethinde tüfek kullanılmadığı” iddiâsını âdetâ ağızlarına sakız yapmış ve kendilerini bununla tatmin etmeye kalkışmışlardır.
Üstelik ortaya atılan bütün bu iddiâlar, peşin olarak “Avrupa’lıların keşfettiği(!) tüfeğin, Osmanlılar’a ne zaman geçtiği” iddiâsı üstüne kurulmuş, işin “tüfeğin îcâdı” ile ilgili yönü unutulmuş, böylelikle “tüfeğin Avrupa’lılar tarafından bulunduğu” yalanı kaşla göz arasında herkese yutturulmuştur!
Peki “tüfek” gibi, savaşlarda bugün dahî önemini koruyan bu kadar önemli bir silâh gerçekten Avrupa’lılar tarafından icâd edilmişti de, biz mi onlardan öğrenmiştik; yoksa tam aksine biz îcâd etmiştik de, kâfirler tıpkı “medeniyet” gibi onu da bizden mi öğrenmişlerdi?
Yâveri Tarafından Keşfedilmişti!..
Yakın dönem târihçilerinden Hüseyin Nihâl Atsız 1936 yılında uğradığı bir sahaf dükkânında, daha önce hiçbir yerde görmediği yazma bir eserle karşılaşmış, içinde Türkler’in çok eski târihlerine ait önemli bilgiler bulunduğunu anlamış ve eserin yalnız “Türkler”le ilgili kısmını Osmanlıca olarak, aslına uygun bir imlâ ile defter sayfalarına yazmıştı. Bu eser, Sultan Üçüncü Murâd Han dönemi müverrihlerinden Bayburt’lu Osmân tarafından yazılmış olan “Tevârîh-i Cedîd-i Mir’ât-ı Cihân”dır. İkinci bir nüshası bulunmayan ve İkinci Dünya Savaşı’ndan biraz önce Almanya’ya götürülen eser, bombardıman esnâsında yanarak târihe karışmıştır. Atsız’ın deftere kaydettiği kısım, eserden geriye kalan yegâne parçadır ve bugün Süleymâniye Kütüphânesi Mikrofilm ve Fotokopi arşivlerinde(2) yer almaktadır.
Müverrih Bayburt’lu Osmân “Tevârîh-i Cedîd-i Mir’ât-ı Cihân” adlı eserinde; “hukemâ-i mütekaddimînden”, yâni eski İslâm filozoflarından rivâyetle “tüfeng peydâsına sebeb” olan kişinin, yaklaşık bin üç yüz sene önce yaşayan, büyük Türk komutanı Ebû Müslim el-Horasânî’nin yâverlerinden biri olduğunu(3) îlân etmişti!..
Müellif’in Orhan Gâzî dönemini anlatırken naklettiği “Hikâyet”e göre; “Hulefâ’-i râşidîn’den (Dört halîfe) soñra, Yezîd’üñ evlâdı çünki ‘âleme hükm itdi, Horasân’dan Ebu’l-Müslim hurûc idüp (ortaya çıkıp) Şâm’a geldükde, ‘Ahmed-i Zemcî’ dirlerdi, Kahramân-ı Kâtil neslinden Horasân’da bir pehlüvân vâr idi.”(4) Bu yiğit kişi “Zemc adlu bir köyde olurdı”, bu nedenle “Zemcî” diye anılırdı.(5) Aslen Horasan’lı olan Ahmed-i Zemcî, kendisi gibi Horasan’lı olan büyük Türk komutanı “Ebû’l-Müslim’e gelüb” onun ordusuna katılmış ve yakın dilâverleri arasında yerini almıştı.(6) Savaşta Ebû Müslim’in “öñünce pehlüvânı idi”, düşmandan korumak için ona siper olup dâimâ önünde giderdi.(7)
Vaktiyle “emîrü’l-mü’minîn ‘Alî -radıyallâhu anh-uñ bir ser-destesi”, yâni kabzalı demir bir sopası “vâr idi.”(8) Hazret-i Ali -radiyallâhu anh- “ekseriyâ zülfikâr lâzım olmayıcak yirde kâfiri ânuñ ile kırardı.”(9) Ondan yâdigâr kalan bu “ser-deste” zamanla elden ele dolaşıp, nihâyet en sonunda “ol pehlüvâna degmiş idi.”(10) Bu öyle bir silâhtı ki, Yezîdîler onunla târ-u mâr kılınmış, “ekseriyâ Yezîd’i ol kır”mıştı.(11) Ne zaman ki “Ebû’l-Müslim vilâyetleri feth idüp”, Emevîler’in yerine “‘Abbâsîler’i halîfe diküb, bırakub Horasân’a getdi”; Ahmed-i Zemcî adlı “bu pehlüvân ki Hârûnü’r-Reşîd’e yetişdi, Hârûnü’r-Reşîd’den icâzet alub Rûm küffârına gazâya vardı, nice vilâyetler alub” Bizans’lıları yenilgiye uğrattı.(12)
Uyanık, zekî ve mahâretli bir şahsiyet olan Ahmed-i Zemcî, bir gün ilhâm-i İlâhî ile, Hazret-i Ali -radiyallâhu anh-in silâhının içine ilginç bir mekanizma yerleştirilebileceğini keşfetti. Dâhiyâne bir biçimde “ferâset ile ser-destenüñ ucın yarub, arasına mücevvef (içi boşaltılmış) demür koyub”, cisim fırlatmaya yarayacak bir tertibat “peydâ idüb, demüre müdevver (dönebilir, yuvarlak) tâş koyub: ‘At!’ didi”; kurduğu mekanizma ne zaman ki içindeki nesneyi attı, atılan cismi şiddetle ileriye doğru fırlattı.(13) Hazret-i “‘Alî -kerremallâhu vechehû-”nun “velâyet”inin desteğiyle nişan aldığı her hedefi vurdu, onunla attığı nesne “her kime vardı ise helâk oldı.”(14) Böylelikle, Ebû Müslim’in akıllı ve mâhir yâverinin eliyle, dünyanın basit yapıdaki ilk “tüfeng”i îcâd edilmiş oldu!..(15)
Bayburt’lu Osmân’ın naklettiği rivâyette her ne kadar ayrıntılı bir tasvire yer verilmese de, atılan cismi sür’atle fırlatabildiğine ve hedefini imhâ edecek şiddette vurabildiğine göre, Ahmed-i Zemcî’nin îcâd ettiği ilk tüfeğin, içine yerleştirilen cismi kuvvetle iten bir yay tertibâtına ve onu ateşleyen bir barut mekanizmasına sahip olduğunda şüphe yoktur.
Tüfeği Macar Halkına Öğretmesi:
Bayburt’lu Osmân’ın “Tevârîh-i Cedîd-i Mir’ât-ı Cihân”ında, Ahmed-i Zemcî’nin tüfeği îcâd ettikten sonra Macaristan’a gittiğini ve îcâd ettiği bu muhteşem silâhı önce Macar’lara öğrettiğini gösteren önemli bir kayıt yer almaktadır.
Müverrihin tespitine göre, yeryüzünde “ibtidâ (ilk) tüfengi ol zuhûra getürdi”ği için,(16) o âna kadar “tüfek” Avrupa’lılar tarafından bilinmiyordu. Tüfeğin ilk mûcidi olan Ahmed-i Zemcî, âhir ömründe “Macar vilâyetine vardı, ânda bir begüñ kızın müsülmân idüb aldı.”(17) Uzak diyarlardan gelip kendi topraklarına yerleşen Zemcî’den geniş ölçüde istifâde eden “Macar halkı tüfengi ândan ögrendiler” ve zamanla savaşlarda kullanır hâle geldiler.(18)
Osmanlı Ordusuna İlk “Tüfek”
Hangi Pâdişah Tarafından Getirildi?
Daha önce belirttiğimiz üzere; Kemâl Paşa-zâde’nin “Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân”ın “I. Defter”inde, Osman Gâzî’nin babası Ertuğrul Gâzî’nin Selçuklu Sultânı Alâüddîn Keykûbâd’ın emriyle Karacahisar tekfurunun üzerine yürüyüşünü anlatırken; “Dârü’l-harbde darbzen ve tüfengle cenge âhenk olunmazdı ki, ânları atub ol nâr-ı kâr-ı zâruñ şerrârıyle küffâruñ harmen-i karârın yıkalar, yebâb idelerdi.” demesinden,(19) Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan kısa bir süre önce ne Türk ordusunda, ne de küffâr ordusunda “tüfek” kullanılmadığı açıkça anlaşılmaktadır.
Batılı târihçilerden Djurdjica Petroviç yaptığı araştırmalar neticesinde, tüfeğin ilk şekli olan ve taşınabilir küçük bir topu anımsatan “arkebüz”lerin 1380’li yıllarda kullanılmaya başladığını keşfetmiş; “Gelecekte daha çok araştırılırsa, bu târihin 10 veya 20 yıl daha geriye götürülebileceğini” söylemişti.(20)
Dergimizin geçen ayki sayısında Kemâl Paşa-zâde’nin “Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân” adlı eserinin “III. Defter”indeki, 1360 (H. 762)’deki Çorlu kuşatmasında “tüfek” kullanıldığını gösteren; “Savâş kumâşı satıldı, top-u tüfeng çatıldı, sapandan at-u âdem biri-birine katıldı.” kaydına dayanarak,(21) tüfeğin Murâd Hüdâvendigâr Hân döneminde kullanıldığını ortaya koymuş ve böylece Osmanlı ordusunda tüfeğin kullanılış târihini, Petroviç’in işâret ettiği târihten yirmi yıl öncesine götürmüştük. Kemâl Paşa-zâde’nin bu ifâdesi, sâdece Murad Hüdâvendigâr Hân döneminde “tüfek” kullanıldığını gösteren bir işâretten ibârettir, tüfeğin Osmanlı ordusuna ilk defâ o dönemde girdiği mânâsına gelmemektedir.
Kemâl Paşa-zâde, Ertuğrul Gâzî döneminde tüfeğin bilinmediğini söylediğine ve diğer bir rivâyetinde Murad Hüdâvendigâr döneminde tüfeğin kullanıldığını açıkça zikrettiğine göre, tüfeğin Osmanlı ordusuna Osman Gâzî ile Murad Hüdâvendigâr arasındaki dönemde girmiş olması gerekir. İşte Bayburt’lu Osmân’ın “Tevârîh-i Cedîd-i Mir’ât-ı Cihân”ında bu müphem meseleye son noktayı koyacak ve “tüfek”le ilgili çarpık iddiâları kökünden kazıyacak öyle bir rivâyet vardır ki, “târihçi” geçinen “tahrifçi”lerin altından kalkması mümkün değildir!..
“Tevârîh-i Cedîd-i Mir’ât-ı Cihân” adlı eserinde, tüfeği ilk kez “Ahmed-i Zemcî” adlı bir İslâm dilâverinin keşfedip Macar’lara öğrettiğini rivâyet eden Bayburtlu Osmân, bu rivâyetinin hemen ardından, Osmanlı ordusuna getirilişinin de Orhân Gâzî döneminde gerçekleştiğini ifâde ederek: “Sultân Orhân dahî Macar pâdişâhına âdem gönderüb, bir kaç tüfeng getürdüb yeñi-çerîlere virdiler, öñince yürüdiler.” kaydını düşmüş(22) ve zamâne “tahrifçi”lerinin daha o zamandan defterini dürmüştür!
Müellifin bu ifâdesinden açıkça anlaşılıyor ki, tüfek Osmanlı ordusuna ilk kez Orhan Gâzî tarafından getirilmiş, yeniçerilerin ellerine onun emriyle teslim edilmiş ve Kemâl Paşa-zâde’nin “III. Defter”deki; “Biñ tîr-endâz ki, atdukları tüfek tîri yire düşmezdi, emîr-i dilîr Mâl-koç’la sağ kola turdılar.” sözüyle de sâbit olduğu üzere, 1389’da meydana gelen Birinci Kosova Meydan Muhârebesi’nde ve onu izleyen diğer seferlerde kullanılmaya devam etmiştir.(23)
Müverrih Bayburt’lu Osmân’ın naklettiği bu rivâyetler, tüfeğin müslüman bir dilâver tarafından îcâd edildiğini ve Avrupa’lılara bizzat onun tarafından öğretildiğini; Osmanlı ordusuna ise daha henüz kuruluş döneminde, Orhan Gâzî’nin emriyle girdiğini kesin bir dille te’yid etmektedir. Bu rivâyetler, “târihçi” kılığında ortalıkta dolaşan “tahrifçi”lerin ipliklerini pazara, yalanlarını su yüzüne çıkaran kesin birer delildir.
Türk “târih”ini “tahrif” etmek için kendilerini yırtan bu seviyesiz “tahrifçi”ler, bu apaçık delillerden sonra ya bu gülünç iddiâları dillerine dolamaktan, ya da artık “târihçi” sıfatıyla ortalıkta dolaşmaktan vazgeçmek mecbûriyetindedir!..
(1) Târihten Sayfalar: “‘Top’ ve ‘Tüfek’ Gibi Ateşli Silâhlar Osmanlı Ordusuna Ne Zaman Girmiştir?”, Hakikat Aylık İslâm Dergisi, Ağustos 2007, sy. 167, s. 44-46.
(2) Süleymâniye Ktp. Mikrofilm Arşivi, nr.: 478; Fotokopi Arşivi, nr.: 88.
(3-11) Bayburt’lu Osmân, “Tevârîh-i Cedîd-i Mir’ât-ı Cihân”, Süleymâniye Ktp. Mikrofilm Arş., nr. 478, vr. 250.
(12) Bayburt’lu Osmân, a.g.e., vr. 250-251.
(13-18) Bayburt’lu Osmân, a.g.e., vr. 251.
(19) Kemâl Paşa-zâde, “Tevârîh-i Âl-i Osmân”, I. Defter, Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih, nr.: 30, vr. 9a.
(20) Djurdjica Petroviç, “Fire-arms in the Balkans on the Eve of and after the Ottoman Conquests of the Fourteenth and Fifteenth Centuries”, haz.: V. J. Parry - M. E. Yapp, War, Technology and Society in the Middle East, Oxford Universty Press, s. 186, 191. bas.: London, 1975.
(21) Kemâl Paşa-zâde, “Tevârîh-i Âl-i Osmân”, III. Defter, Millet Ktp. Ali Emîrî, nr.: 30, vr. 79b.
(22) Bayburt’lu Osmân, a.g.e., vr. 251.
(23) Kemâl Paşa-zâde, a.g.e., nr.: 30, vr. 112b.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder