23 Aralık 2012 Pazar

Kanuni Sultan Süleyman Kimdir?


 
Kanuni Sultan Süleyman Kimdir?
 
Dünyanın muhteşem, biz Türklerin ise Kanûnî adıyla andığımız ünlü Osmanlı padişahıdır. 27 Nisan 1495 günü, babası Yavuz Sultan Selim'in vali olarak bulunduğu Trabzon'da doğdu. 1520 yılında tahta çıktı ve en uz...un süre saltanat süren Osmanlı padişahı oldu. Kanûnî'nin tahtta kaldığı 46 yıl içinde Osmanlı İmparatorluğu en yüksek noktasına ulaştı. Kanûnî, torununun oğlunu gördükten sonra 7 Eylül 1566'da Zigetvar muhasarası sırasında harp meydanındaki otağında öldü.

Osmanlı İmparatorluğunun en yüksek devrinde hükümdar olan Kanûnî Sultan Süleyman, cihangir bir padişahtı. İmparatorluğunun bir ucundan güneş doğar, öbür tarafından batardı. Türkiye bir “güneş ülkesi” idi. İmparatorluğun içinde yaşayan Müslüman ve Hıristiyan tebaalar tam bir hürriyet ve saadet içinde yaşamakta idiler.

Müslümanlar camilerinde ne derece hür ibadet ederlerse, Hıristiyan tebaa da aynı derecede serbestçe ayin ve ibadetlerini yaparlardı. Ticaret serbestti, en yüksek derecesini bulmuştu.

Kanûnî’nin saltanat sürdüğü XVI. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin nüfusu 110 milyondu. O devirde bu kadar büyük bir nüfusa sahip bir devlet yoktu. İmparatorluğun yüz ölçümü sekiz milyon kilometre kare olup devlet, Avrupa Türkiye’si, Asya Türkiye’si ve Afrika Türkiye’si olmak üzere üç kıtaya hakimdi. Sınırlarımız Viyana kapılarından Kafkasya’ya, buradan da Fas’a kadar devam etmekteydi. İmparatorluk tam otuz sekiz devleti idaresi altına almıştı.

Böylesine haşmetli bir devirde Osmanlı tahtında bulunan Kanûnî Süleyman’a Avrupalılar Muhteşem Süleyman, Türkler de bir kanunname meydana getirdiğinden dolayı Kanûnî unvanını vermişlerdir.

Kanûnî, Yavuz Sultan Selim’in oğludur. Yavuz Sultan Selim, annesi Gülbahar Sultan ve eşi Hafize Ayşe Sultanla beraber Trabzon’da bulunuyordu. Babası II. Bayezit onu Trabzon’a Vali tayin etmişti. Bir Türkmen kızı olan eşi Hafize Ayşe Sultan sima itibariyle pek güzeldi, kalbi de o derece yüksekti.

Hafize Sultan, 1494 tarihinde Trabzon’da bulunan Ortahisar sarayında bir erkek çocuk doğurdu. Yavuz Selim, oğlunun adını Süleyman koydu. Oğlunun doğumunu babası Bayezid-i Veli’ye bildirdi. Hafize Sultan’ın sütü az olduğundan Beşiktaş Dergahı şeyhlerinden Yahya Efendi’nin annesi, Süleyman’a süt anası olarak tayin olundu. Süleyman on bir yaşında iken, çok sevdiği büyükannesi Gülbahar Sultan öldü. Onu, İmaret Camii haziresine gömdüler. Bundan sonra Süleyman’ın terbiyesiyle annesi meşgul oldu. Yavuz’un tek erkek evladı Süleyman’dı. Dört tane de kızı dünyaya gelmişti.
Şehzade Süleyman’a devrin en büyük alimlerinden Kastamonulu Mevlana Hayreddin hoca olarak tayin olundu.

Bu hoca ona okumayı, yazmayı ve diğer ilimleri öğretti. Süleyman bir yandan kültür derslerini öğrenirken ayrıca kuyumculuk sanatını da öğrendi. İstanbul’un en meşhur kuyumcularından Unkapanı’nda dükkanı bulunan Kostantin Usta ona kuyumculuğu öğretti. Fakat günün birinde Şehzade Süleyman hocasının verdiği işi yapamadı. Ustası ona kızarak : “Sana bin sopa atacağım...” diye yemin etti. Bunu duyan Valide Sultan, hocasını huzuruna çağırtarak oğlunu affetmesini rica etti. Hatta oğlunu affederse ona bin altın vereceğini vadetti. Kostantin Usta, Valide Sultanın ricasını kabul etti. Biraz sonra çırağı Süleyman’ı yanına çağırarak bu altınlardan yüz tane ince tel yapmasını söyledi. Yeminini yerine getirmek için Süleyman’ın yapmış olduğu bu telleri bir araya getirip Süleyman’ın tabanına on kere vurdu, Süleyman da cezasını hafifçe atlatmış oldu.

Yavuz Sultan Selim, bir ordu ile babasının üzerine yürüyerek Bayezid-i Veli’yi tahttan indirip padişahlığı ele aldı. O zaman Süleyman da hayli büyümüştü. Yavuz oğlunu devlet işlerine alıştırmak için onu Manisa’ya vali tayin etti. Süleyman, babası gibi kuvvetli bir şairdi. “Muhibbî” mahlasıyla şiirler yazıyordu. Bütün şiirleri bir Dîvan halinde toplanmıştır.

Hamasi bir şiiri şöyledir :

Allah, Allah diyelim rayet-i şah çekelim
Gözüne sürme deyu dûd-i siyahı çekelim
Pâyimâl eyleyelim kişverini sürh-serin
Yürüyüp her yanda şarka sipahi çekelim.

Hayatının sonlarına doğru söylediği beyitler arasında son derece kıymetli vecizeleri mevcuttur. Bunlardan biri :

Halk içinde muteber bir nesne yok Devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.

Babasının, 1520 tarihinde Çorlu’da gözlerini hayata yumması üzerine, Veziriazam Pîri Mehmet Paşa, Kanûnî Süleyman’ı saltanat tahtına davet etti. Kanûnî Süleyman, Osmanlı Padişahlarının onuncusu olarak 1520 tarihinde 26 yaşında padişah olarak tam kırk altı yıl saltanat sürmek bahtiyarlığına ulaştı. Babası ona zengin bir hazine, geniş bir ülke, kuvvetli ve tecrübeli bir ordu bırakmıştı. Kanûnî, XVI. asırda Türklerin hakanı, bütün Müslümanların Halifesi ve yeryüzünün en büyük hükümdarı oldu. Tarihte bu asra, “Türk Asrı” adı verilmektedir. Medeniyette ise Türkler, dünyanın en üstün mertebesine yükseldiler.

Kanûnî, azamet ve haşmetini ifade eden şu mektubunu, Fransa Kralı I. Faransuva’ya yazmıştı : “Ben ki, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman ve Rum’un ve Dulkadir Vilayetinin ve Diyarbekir’in ve Kürdistan’ın ve Azerbaycan’ın ve Acemin ve Şam ve Haleb’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in ve ecdadımın fethettikleri daha birçok diyarın Sultanı ve Padişahı Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han’ım; sen ki Frençe Vilayetinin kralı Françeskosun....”

İmparatorluğun sınırlarını doğuya doğru genişleten babası Yavuz Sultan Selim'in aksine Kanûnî Sultan Süleyman, İmparatorluğun Avrupa'da genişletilmesi siyasetini gütmüştü. Belgrad'ın tekrar alınışı, Rodos'un ele geçirilmesi, Fransız Kralı I. François'in Charles Quint'in elinden kurtarılması için Kanûnî 'ye elçi göndermesi ve bu sebeple yapılan deniz ve kara harekâtı, Macaristan seferi, Mohaç meydan muharebesi, Budin'in fethi, İkinci Macaristan seferi ve Viyana'nın kuşatılması, üçüncü Macaristan ve Alman seferleri hep bu siyasetin sonucu idi. Bu arada doğu da ihmal edilmemiş, İran ve Bağdat seferleri yapılmış, Kızıl Deniz'den Hint'e kadar her yere donanmalar gönderilmiş, Aden ve Yemen de İmparatorluk sınırları içine alınmıştı.

Osmanlı tarihinin en ünlü simaları da Kanunî Sultan Süleyman'ın saltanatına rastlayan bu altın çağda görülmüştü. Hükümdar olduğu devirde Mimar Koca Sinan, Fuzûli, Bakî gibi büyük sanatkarlar yetiştiği gibi, Barbaros Hayreddin gibi kahramanlar. Piri Mehmet Paşa, Sokullu Mehmet Paşa gibi büyük devlet adamları da yetişmişti.
Kanûnî’nin eşsiz veziri Piri Mehmet Paşa, ona : Padişahım; Avrupa’nın kapısı Belgrat, Akdeniz’in kilidi de Rodos’tur.! Dediği zaman Kanuni, Vezirinin işaret ettiği yerleri almaya karar verdi.

1521 yılında Belgrad’ı, 1522’de de Sen Jan Şövalyelerinin elinde bulunan Rodos Adasını fethetti. Bu fetihlerden sonra vezirliğe Makbul İbrahim Paşayı getirdi. İbrahim’i Manisa’da iken bir köle olarak yanına almış ve kendi terbiyesiyle yetiştirmişti.
Kanûnî Süleyman’ın en büyük seferi Mohaç Savaşıdır. Kanûnî, Macaristan’ı zaptetmek üzere dört yüz bin kişilik bir ordu ile Macaristan’a hareket etti. Türk ordusu bütün haşmetiyle Avrupa’ya girdi. Müttefik bir haçlı ordusu Mohaç Ovasında Türk Ordusunu beklemekte idi.

29 Ağustos 1526 tarihinde Türk Ordusu, aynı yerde harp düzenine girdi. Güneş henüz doğmuştu. Bir ezan sesi, bütün orduyu ayağa kaldırdı. Hepsi kıbleye dönerek namaza durdu. Renk renk ve çeşit çeşit kavuklu dört yüz bin Türk askeri, zümrüt yüzlü bu ovada açmış çiçeklere benziyordu. Tanrı huzurunda bir huşu içinde namaz kılan askerler, diz çöküp ellerini göğe kaldırarak Cenabı Haktan zafer niyaz ettiler. Namazdan sonra Kanûnî Süleyman parlak bir zırh giymiş olduğu halde otağının önüne konulmuş tahtına oturdu. Bu anda padişahın dokuz tuğu açıldı. Bundan sonra da tekbirlerle sancak açılarak alemdarlar etrafı sardılar. Orduyla gelen Hazine-i Hümayun da ihtiyatta muhafaza altına alındı.

Bundan sonra saflar arasından en yaşlı bir asker tahtın önüne gelip diz çöktükten sonra Padişaha karşı : Padişahım, dünyada harpten şerefli ne var? diye bağırdı. Bu sözü, bütün ordu tekrarladı. Sözü söyleyen yaşlı asker yerine döndüğü zaman ordunun büyük bir çoğunluğunu teşkil eden sipahiler atlarından indiler. Ellerindeki palalarını yere koyup üzerine bastılar, sonra palalarını kından çıkarıp hep bir ağızdan : Padişahım, din-i millet uğruna baş vermeğe geldik, hazırız! diye bağırdıktan sonra üç defa başlarına toprak serperek sipahi yeminini ettiler.

Bu merasim bittikten sonra Kanûnî taarruz emrini verdi. Sipahiler sağ ve sol kanatlarda, yeniçeriler ve padişah ise ordunun kalbinde yer aldılar. Taarruz başlamadan önce mehter takımı cenk havaları çalmaya başladı. Geleneğe göre harp bitinceye kadar mehter çalardı. Fil ve develerin üzerindeki büyük köslerin çıkardığı sesler her tarafı inletirdi. Taarruz başlayınca ilk defa Azaplar, bunların arkasından da yeniçeriler hücuma kalktılar. Macar Kralı Lui de ağır Macar süvarileriyle karşı taarruza geçti. Düşmanı içeri çekip bir anda cep içine aldılar. Bu anda sağ ve sol kanatlardaki sipahiler müttefik ordusunu sarıverdiler. Kanlı bir savaş başladı.

Bu anda Macar Kralı Lui de öldü. Bütün ordu perişan olup, bir kısmı da esir düştü. Mohaç seferi iki saat sürdü. Bu çeşit yıldırım harbi tarihlerde yazılı değildi. Kanûnî, Mohaç Seferiyle bütün Macaristan’ı fethetti. Ertesi gün de, kralın sarayında zafer tebriklerini kabul etti.

Alman İmparatoru Şarlken’in kardeşi Ferdinand, Macaristan topraklarına taarruza geçti. Bunun üzerine Kanûnî Süleyman, 1529 tarihinde büyük bir ordu ile Almanların üzerine yürüdü. Karşısında bir ordu görmeyince Viyana şehrini kuşattı. Fakat ağır toplar getirmediğinden dolayı Viyana şehri alınamadı. Ancak Türk akıncıları Almanya’nın göbeğine kadar akınlar yaptılar. Bunun üzerine bütün Avrupa heyecana kapıldı.

Kanûnî, batı seferlerinden sonra İran üzerine de bir sefer tertipleyerek Bağdat’ı fethetti. Türk orduları karalara hakim olduğu sıradaa, Türk Amiral Barbaros Hayrettin de Akdeniz’de Türk bayrağını dalgalandırıyordu. Barbaros Hayrettin, Venedikli Amiral Andrea Dorya’nın donanmasını Preveze’de mağlup etti. Bu büyük deniz zaferi neticesinde Akdeniz, bir Türk Gölü haline geldi. Aynı zamanda Türk donanması, Hind Denizinde de Portekiz sömürgecileriyle savaşa devam etti.

Kanûnî, son zamanlarında çok sevdiği Haseki Sultanı, Hürrem Sultan’la vaktini geçiriyordu. Nihayet ihtiyarlığında Roksolan adlı bu Rus kızının nüfuzu altında kaldı. Hürrem Sultan, oğlu Sarı Selim’i tahta çıkartmak için bir Türk anadan doğan Şehzade Mustafa’yı Konya Ereğli’sinde katlettirdi. Kanûnî’ye kadar bütün Türk padişahları Türk anadan doğan çocuklardı. Fakat Mustafa’nın ölümü ile Hıristiyan anadan doğan çocuklar da tahta geçmeye başladılar. Bundan sonra İmparatorluğun çöküşü başladı. Hürrem Sultan, damadı Hırvat Rüstem Paşayı Sadrazam yaptırdı. Bu vezir rüşvet alma usulünü meydana getirdi. Kanûnî’nin en son veziriazamı Sokullu Mehmet Paşa idi. Bu kudretli vezir, memleketin dış siyasetini başarıyla idare etti. Fakat “Tımar” usulünü bozmak suretiyle de bir kötülük yapmış oldu.

Kanûnî’nin 71 yıllık muhteşem yaşantısının on üçüncü ve sonuncu seferi Zigetvar üzerine oldu. Vergiye tâbi tuttuğu Alman İmparatorunun sözünü yerine getirmediğini gören Kanûnî, yaşlı, hasta ve bitkin haline rağmen bu sefere çıkmıştı. Kendisini hiç de iyi hissetmiyordu. İlk defadır ki bir seferde araba içinde yol alıyordu. Kanûnî., 46 yıllık saltanatının 10 yıl 3 ay 5 gününü seferlerde at sırtında geçirmişti. 5 Ağustos 1566 günü, Macaristan toprakları üzerinde, Almanların elinde bulunan Zigetvar Kalesi'nin muhasarası başladı. Kanunî Sultan Süleyman Hân, otağından bu kuşatmayı izliyordu.
Her geçen gün biraz daha bitkinleşmekteydi. 71 yaşındaki cihan padişahı, kuşatmanın birinci ayı dolarken artık yatağından kalkamaz hale gelmişti.

Bin bir şan ve şerefle dolu bir ömür tükenmek üzere idi artık. Pîri Mehmet Paşa, Makbul İbrahim Paşa, Ayas Paşa, Hadım Süleyman Paşa, Rüstem Paşa, Semiz Ali Paşa, Sokullu Mehmet Paşa gibi büyük sadrazamlar, Barbaros Heyrettin Paşa, Aydın Reis, Pîri Reis, Turgut Paşa, Seydî Ali Reis gibi yaman kaptan-ı deryâlar, Piyâle Paşa, Uluç Ali Reis gibi namlı denizciler, Devlet Giray, Lala Mustafa Paşa gibi ünlü kumandanlar, Koca Mimar Sinan, Karahisarî, Nakkaş İbrahim, Fuzulî, Bakî gibi ölümsüz eserler bırakan dev sanatçılar arasında geçen 46 yıllık saltanatın son demleri gelmişti.

Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi
Olmayâ devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi
Saltanat dedikleri bir cihân gavgasıdır
Olmayâ baht u saadet dünyada vahdet gibi

sözlerinden oluşan ölümsüz mısraların da güçlü şairi olan cihan padişahı Kanûnî Sultan Süleyman Hân, 7 Eylül 1566 Cumartesi, günü sabaha karşı harp alanındaki otağında top sesleri, kılıç şakırtıları, kös gümbürtüleri ve mehter növbetleri arasında son nefesini verirken Zigetver Kalesi düşmek üzere idi.

Bu nedenle büyük Sadrâzam Sokullu Mehmet Paşa, cihan padişahının vefat haberini askerden sakladı. Otağda, Hekimbaşı Kaysûnizâde Mehmet Çelebi tarafından tahnit işlemleri yapıldı. Bu işlem sırasında hazır bulunan Hünkâr Başimamı Derviş Efendi dinî görevleri yerine getirdi.Ve üç kıtaya hükmeden koca imparatorluğun büyük padişahı, tesadüfün garip bir cilvesiyle üç ayrı yerde kılınan üç cenaze namazı sonunda İstanbul'da adını taşıyan caminin yanındaki türbesinde ebedî istirahatgâhına tevdi olundu.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder