14 Aralık 2012 Cuma
Padişahlar gizli içerdi, ben açık içiyorum!
Padişahlar gizli içerdi, ben açık içiyorum!
'Moda koyundayız. Sıcak bir yaz akşamı. Sakarya motoruyla bir deniz gezisine çıkmıştık. Mehtabın ilk günleriydi. Koyun manzarası Atatürk'ün çok hoşuna gitmişti.
Atatürk bize:
- "Buraya geldiğimizi kimse görmesin. Elektrikleri de söndürüp kendi kendimize rahat bir şekilde yeyip içelim. Mehtap da hazır" dedi.
Fakat daha on beş dakika bile geçmemişti ki, çevremizin sessiz sedasız sandallarla çevrilmekte olduğunu gördük. Atatürk sarıldığımızı görünce:
- "Karanlığın anlamı kalmadı. Elektrikleri yakın" dedi.
Ortalık ışıyınca beyaz yazlık elbiseleriyle gecenin içinde Atatürk'ün heybetli vücudu, bir heykel parlaklığıyla ortaya çıktı. O an denizin ortasında bir alkış sesi yükseldi. Bizim orada olduğumuzu öğrenen başka sandallar da kafileye katıldılar.
Atatürk, sevgi gösterisinde bulunan kalabalığa, sanki kendi konuklarıymış gibi sormaya başladı:
- "Size ne ikram edeyim, ne istersiniz?"
Sandallardaki kalabalık arasından sesler yükselmeye başladı:
- "Paşam seni isteriz."
Görülecek manzaraydı bu. Atatürk bir ara eliyle beni çağırdı:
- "Rakı, şarap ne varsa hepsini halka dağıt. Bana da bir şişe bırak" dedi.
Ben de ne kadar içki varsa, orada bulunan herkese dağıttım.
Bağırış, çağırış gırla gidiyor. O zaman Atatürk, karşısında coşan, sevgi gösterisi yapan halka doğru kadehini kaldırarak şöyle konuştu:
- "Vatandaşlarım... Buna rakı derler. Vaktiyle padişahlar gizli içerlerdi. Ben açık içiyorum. Siz de benimle beraber içiyorsunuz. Neticede unutmayın ki, ben de sizin gibi insanım."
(Atatürk'ün Uşağı Cemal Granda Anlatıyor / Kristal Kitaplar)
Atatürk’ün Muhteşem Sabrı
Yüce Önder Atatürk’ün aslında rakı tiryakisi olmasına rağmen zaman zaman diğer içkileri de tercih etmesi, bir bakıma çağdaş eğlence tarzını benimsemesinden kaynaklanır. Zaten bu nedenle Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte çağdaş yaşam ve eğlence tarzlarının temelleri atılır. Böylece eğlence hayatında yeniden yapılanma, eğlence yerlerinin bazılarında da kimlik değişimi yaşanmaya başlar.
1926 ile 1932 yılları arasında İstanbul yüksek sosyetesinin en beğendiği çağdaş gece kulüplerinden biri de, hiç kuşkusuz ki Madam Vera’ın eşi ile birlikte işlettiği “Rose Nuar” adlı gece kulübüydü. Madam Vera çok çekici ve insanlarla kolay dostluk kurmasını bilen şuh bir kadındı. Kendisi Mütareke yıllarında İstanbul’a sığınan Beyaz Ruslar’dan biriydi. Rusya’dan gelenlerin çoğu bir süre sonra başka ülkelere göç ettikleri halde, Vera İstanbul’dan ayrılmamış, kurduğu gece kulübünü yaşatabilmek için büyük bir mücadeleye girmişti.Atatürk, zaman zaman yakın arkadaşlarıyla birlikte Madam Vera’nın kulübüne uğrar, müzik ve varyete eşliğinde rakısını yudumlardı. Bir seferinde Madam Vera’nın işlerinin iyi gitmediğini öğrenir. Sebebi mekânın küçük olması ve sahne masraflarının da oldukça yüklü olmasıdır. Kulübü yaşatabilmek için krediye, yardıma ihtiyacı vardır. Atatürk, Madam Vera’yı masasına davet eder ve dertlerini dinler. Madam Vera sözünü tamamladığı zaman, “Niçin bankaya başvurmuyorsunuz” diye sorar. O da, “Başvurdum Gazi Hazretleri, fakat bizim işimizi bankalar hafife alıyor ve kredi açmak istemiyorlar. Oysaki bize verilecek kredinin geniş bir karşılığı var. Ama nazlanıyorlar” der. Atatürk bir kâğıt kalem ister ve İş Bankası’na bir not yazarak söz konusu kulübe on beş bin liralık kredi açılmasını buyurur. Atatürk’ün çağdaş eğlence tarzının ülkemizde yaygınlaşabilmesi için ne kadar istekli ve kararlı olduğu Madam Vera’ya gösterdiği bu yakın ilgiden kolayca anlaşılır. Kendisinin muhteşem sabrına gelince.
Atatürk çağdaş eğlence tarzını severdi ama, içki sofrasında fazla konuşulmasını pek sevmezdi. Masasına da çok özel insanları davet ederdi. Bunları söyleyen zatı, 1980’li yılların başlarında Pera Palas’ın efsanevi “Orient” barında tanıdım. Söz konusu barın yöneticisiydim o günlerde. Mümtaz konuğum 80 yaşını aşkın tonton bir ihtiyardı ve Pera Palas’ın en kıdemli müdavimlerinden biriydi. Aynı zamanda da kendisi çok münevver bir rakı tiryakisiydi. Hemen her akşam bara gelir, genellikle de Atatürk’le ilgili konuları seçerdi hep.
Pera Palas’ın balo salonunda büyük bir kuruluşun yıldönümü daveti vardır. Atatürk, şeref misafiri olarak kendisine ayrılan yerde otururken, rakısını da sakince yudumlamaktadır. Ancak, hemen yan tarafında oturan kuruluşun genel müdürü, sürekli olarak “Ben başkan olarak kısa vadede şöyle projeleri hayata geçireceğim, orta ve uzun vadede de böyle projeleri uygulamaya koyacağım. Ben başkan olarak kuruluşumuzu ilk on yılda şuralara, ikinci on yılda buralara getireceğim. Ben başkan olarak…” der durur. Atatürk çok sıkılmıştır ama sabırla dinler başkanı. Bu arada şef garson gelerek elinde değişik türde balıkların bulunduğu fayansla masaya yaklaşır ve Atatürk’e, “Efendim, size hangi balığı hazırlamamı istersiniz?” diye sorar. Atatürk, balık fayansını yaklaştırmasını söyler şef garsona ve fayanstaki balıklardan birinin kuyruğunu tutup koklar. Bunu gören başkan, “Efendim, balık kokarsa baştan kokar, siz kuyruğunu kokluyorsunuz” der. Atatürk gayet sakince, “Efendi, ben sayenizde her şeyin baştan koktuğunu öğrenmiş bulunuyorum. Onun için de bu kokuşmuşluğun kuyruğa kadar sirayet edip etmediğini kontrol ediyorum” der. Daha sonra da sertçe, “Teminden beri sözünü ettiğiniz o kısa, orta ve uzun vadedeki işletme projelerinizi yarın sabah saat dokuzda masamın üzerinde görmek istiyorum” der ve şef garsona balık siparişini verir. Böylece, başkan gecenin sonuna kadar bir daha Atatürk’ü rahatsız edemez.
Atatürk ve Neyzen Tevfik
Atatürk Neyzen'in ününü duymuş olacak ki, çağırtmış köşküne sohbet etmişler, uzun uzun aşkla üflemiş Neyzen.. Ardından sormuş Atatürk..
- Senin çok fazla içki içtiğini söylüyorlar, benim kadar içer misin ?
Neyzen düşünüyor, içkinin hududu olmaz.
- Ne kadar içersiniz ?
- İki tane kiloluk rakı içerim.
Ata kelimelere basa basa şu sözleri söylemiştir, Neyzen'in gözünü korkutmak istemiştir.
- Nasıl içersiniz ?
- Canım ne isterse; susuz, mezesiz.
Neyzen:
- Ben de iki kiloluk içerim ama, öyle içmem.
Neyzen'in arzusu ile ortaya kocaman bir emaye kase geliyor, iki kiloluk rakıyı neyzen kaseye boşaltıyor. Başını sokup lıkır lıkır içecek zannediyorlar. Fakat Neyzen'in isteği daha bitmemiştir, bir somun ekmek ve irice bir kaşık geliyor. Neyzen ekmeği lokma lokma koparıp kasedeki rakının içine bastırıyo. Lokmalar rakıyı iyice çektikten sonra çalakaşık yanaşıyor.
Yine anlatılanlara göre, Ata:
- Pes, pes, diye bağırarak ayağa fırlamış ve elleriyle yüzünü kapamış, ayrılırken de saygılarını sunmuştur. Yine rivayete göre Ata öldükten sonra Neyzen, evinden haftalarca çıkmamış..
Paşadan gizli rakı yerine su içince...
Çankaya Köşkü'nde hemen her akşam kurulan sofra devletin idare salonu gibiydi. Şükrü Saraçoğlu ile Gazi'nin arasında epey mesafe vardı. Bu mesafe ilginç bir durumu da gizliyordu. Şükrü'nün gençliğinden beri içkiyle arası yoktu. Ama Gazi'nin sofrasında itiraz etmenin imkânı yoktu. Mustafa Kemal, muhakkak içki teklif ediyordu. Şükrü bu duruma pratik bir çözüm bulmuştu. Garsonlara rakı yerine her iki bardağına da su koymasını istemişti. Böylece sek rakı niyetine suyu yudumluyordu. Gazi durumun farkında değildi. Şükrü de bu durumdan rahatlayarak, suyu rakı niyetine bardak bardak devirmeye başladı. Ne zaman sonra Gazi'nin seslenmesiyle sofradaki herkes başını Şükrü'ye çevirdi.
- Saraç saat kaça geldi? Şükrü bu soruya şaşırmıştı. Saatine bakıp cevap verdi.
- On biri çeyrek geçiyor paşam.
- Peki beni atlatma saati geldi mi dersin?
Şükrü başına geleni anlamıştı. Gazi bu küçük hilenin farkına varmış kendine özgü üslubuyla Şükrü'ye laf atıyordu. Şükrü hemen bulunduğu yerden kalkarak Gazi'nin yanına geldi. Garsonların getirdiği bir sandalyeyle yanına oturdu. Muzip bir çocuk gibi yüzünde hafif bir gülümsemeyle;
- Afederseniz paşam, dedi.
Gazi kolundaki saati çıkarmaya başladı. Oldukça pahalı olan Vaşara Konstantin marka saatini kolundan çıkarıp Şükrü'ye doğru uzattı.
- Al tak bakalım. Bundan böyle beni atlatma saatini kaçırmazsın!...
Şükrü iyice şaşkındı. Saati heyecanla koluna taktı. Mustafa Kemal Paşa bir yandan gözünün ucuyla ona bakarken bir yandan da kahkahalarla gülmemek için kendini zor tutuyordu.
- Evet şimdi sen de vaziyeti telafi et bakalım. Garsona işaret etti.
- Saraç'a bir rakı doldur çocuk.
(Gürkan Hacir, "Efe Başvekil, Şükrü Saraçoğlu'nun Romanı")
Kemal, hayat kuru bir kestanedir
Samet Ağaoğlu’nun “Babamın Arkadaşları” isimli kitabında Atatürk’ün, Selanik’te subayken başından geçen bir olay anlatılır.
“İkisinin de parasız oldukları bir gün içkili bir lokantaya gidiyorlar. Yalnız birer rakı ısmarlayabiliyorlar. Meze için paraları yok. Etraftaki masalarda bol bol yeniliyor, içiliyor. Bu sırada içeri bir kuru kestaneci giriyor. Atatürk arkadaşına paran varsa kestane alarak meze yapalım diyor. O ceplerini karıştırıyor, on para buluyor. Aldıkları kestanelerden birisini Atatürk ısırmak istiyor. Fakat kuru meyve o kadar sert ki muvaffak olamıyor ve arkadaşına hayat nedir diye soruyor. Ötekisi yüzünde hazin bir tebessümle, ‘Kemal, hayat şimdi kuru bir kestanedir’ cevabını veriyor.”
Atatürk’e bu cevabı veren arkadaşı, İttihat ve Terakki döneminin “Milli Hatip”i Ömer Naci’dir. Ömer Naci, İttihat ve Terakki içinde de halk arasında da heyecanı ve gözünü budaktan sakınmayan samimi yurtseverliği ile sevilen bir şahıstı. Atatürk ile olan dostluğu daha Manastır’daki öğrencilik yıllarından başlar. Atatürk'e edebiyatı sevdiren kişi de odur. 1916 yılında İran Azerbaycan’ın da kurduğu milis kuvvetleriyle Rus ve İngiliz birliklerine karşı savaşan Ömer Naci, Kerkük’te tifüsten öldü.
Ata'nın sofrasında kurallar
Vatan kurtulduktan, ülke bir düzene kavuştuktan sonra Atatürk rakı içmeye başlar. Ancak hiçbir zaman bağımlı olduğu söylenemez. Bu durumuna ispat olarak Nutuk’un yazıldığı süre boyunca içki içmemesi de gösterilebilir. Sarhoşluktan hoşlanmayan, sarhoş olanları kibarca uyararak sofradan uzaklaştıran, hatta bir keresinde sofrayı kendisi terk eden Atatürk’ün sofrasında rakının saati ve usulü bellidir.
Atatürk döneminde Özel Kalem Müdürü ve daha sonra Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri olan Hasan Rıza Soyak’ın aktardığına göre Atatürk gündüz içilmesine ve vazife başındayken içilmesine, siyasi ve önemli konular hakkında konuşulacağı, kararlar alınacağı durumlarda içilmesine kesinlikle karşıdır. Sofrada uzun süre oturur, ancak fazla içmez. (Bkz. Atatürkten Anılar, YKY) Sofrada her şey konuşulur ancak dedikodu yapılmaz. Sofra’da çatal-bıçak, tabaklar, örtüler düzenli olmalıdır.
(Atatürk’ün Hususiyetleri, Cumhuriyet Gazetesi Yayını)
İzmir rakıyla daha güzel
Rakının hayal dünyasını hareketlendirdiğini iyi bilen Mustafa Kemal’in, Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele’nin ağır disiplin ve gerçekçilik gerektiren şartlarında içkiden uzak durduğu yakın çevresinin defalarca zikrettiği bir konudur. Atatürk hakkındaki eserlerde bu dönemde içki içildiğine dair bir veriye rastlayamıyoruz. Ancak Kurtuluş Savaşı’nın bitişinde, İzmir’in kurtuluşundan sonra Atatürk’ün rakı içtiğini görüyoruz.
Falih Rıfkı Atay’ın aktardığına göre Başkumandan Atatürk, yanında subaylar olmadan, tek başına şehri gezmeye çıkmış. Devrin ünlü oteli Kramer’e gitmiş. Otelin lokantası bir hayli kalabalıkmış. Garsonlar tek başına gördükleri Mustafa Kemal’i başta tanıyamamışlar ve yer olmadığını söylemişler. Sonra içeridekilerden biri tanıyınca, ortalığı bir telaş alıyor ve hemen Atatürk’e yer buluyorlar. Atatürk rakısını söylüyor. Sonra yanındaki şefe soruyor:
- Kral Konstantin, bu otele gelip rakı içti mi?
- Hayır Paşa efendimiz.
- Öyleyse İzmir’i niye almak istemiş ki?
Görüleceği gibi rakı Atatürk’ün gözünde de kendi başına bir güzellik değil, bulunduğu mekanı da güzel kılan bir içkidir.
İnsanın şair olası geliyor
Atatürk’ün rakıyla tanışması dönemin ünlü yazarı Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya isimli eserinde aşağıdaki şekilde anlatılır:
“Genç Mustafa Kemal arkadaşları ile Beyoğlu eğlence yerlerine giderdi. İyi giyinmeyi ve yaşamayı severdi. İstanbul'a gelinceye kadar biradan başka içki kullanmamıştı. Bir gün arkadaşı Ali Fuad'la (Cebesoy) beraber Büyükada'ya gitmişler. Ne lokantada yiyip içecek, ne de otelde geceleyebilecek paraları yok. Ali Fuad bir şişe rakı, bir şişe bira, ekmek ve yemiş almış ve beraber çamlığa yürümüşler. Mustafa Kemal bir şişe birayı bitirince:
- Şimdi ne yapacağım? demiş.
İlk defa rakıyı o akşam denemiş. Başı bir hoş dönmüş. Güneş batmak üzere; sigara paketinin altına resimler çizmiş, sonra:
- Fuad, demiş, ne iyi içki imiş bu... İnsanın şair de olası geliyor.”
Görüleceği gibi Harbiye Öğrencisi Mustafa Kemal, rakıyla daha ilk tanışmasında bu içkinin hoşluğunu teslim etmiş, etkisini anlamış ve o günden sonra en çok tercih edeceği içkiyi keşfetmiştir.
Su mu Rakı mı ?
Atatürk'ün En sevdiği hikayelerdenmiş. Arada kendi anlatır, arada başkasına anlattırır, hep gülermiş.
Yeşilaycı bir profesör bir konferans veriyor. Bir ara dinleyicilere Sormuş :
"Bir eşeğin önüne iki kova koysanız. Biri su dolu, biri rakı.
Hangisini içer?" Cevabı kendi veriyor: "Tabii suyu."
Gene bitirmiyor soruyor: "Neden?"
Arkadan bir bekri söz alıyor. Yüksek sesle cevaplıyor.
"Eşekliğinden."
Atatürk bu cevaba bayılıyor. Gülüyor, gülüyor.
Bir akşam Orman çiftliğinde yanında erkanı, açık havada oturuyorlar.
Rakılarını yudumluyorlar. Biraz ilerde 15-16 yaşlarında bir çiftçi çocuk
çalışıyor. Atatürk el edip, çağırıyor. Soruyor:
"Söyle çocuk: Bir eşeğin önüne iki kova koysan. Biri rakı dolu, biri su.
Hangisini İçer?"
Anadolu tosunu yutkunuyor. Bakıyor. Gazi Paşa Hazretlerinin ve yanındaki
Muhterem zevatın önünde rakı kadehleri. Devletin en büyükleri...Esas
vaziyetine geçiyor :
"Rakıyı kumandanım!"
Atatürk kahkahayı basıyor. Herkes şaşkın. Ata onlara dönüyor.
"Aman beyler! Neden diye sormayın
http://rakikeyfim.com/ataturk.html
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder