7 Şubat 2012 Salı

Batılı bir kısım yazarların Harem’le ilgili kitapları hakkında neler söylenebilir?




Batılı bir kısım yazarların Harem’le ilgili kitapları hakkında neler söylenebilir?


Batılı bir kısım yazarların Harem’le ilgili kitapları, erotik romanlar gibidir ve tamamen hayalî olan sahnelerle doludur. Mesela Harem isimli son zamanlarda yayınlanan roman türü bir eser, tarihî gerçeklerden maalesef çok uzaktır. Bilimsellik adı altında kaleme alınan çoğu araştırma eserlerinin bu etkiden kurtulamadığı görülmektedir.

Harem için odalık câriye temini hakkında, ilk kalem oynatanlar Batılı yazarlar olmuştur. XVII. yüzyılda başlayan bu yazıların ilkini, III. Mehmed’in harem kadınlarını tasvir eden Thomas Dallam (1599)’ın yazıları teşkil etmektedir. Bunu Venedik Elçisi Ottaviano Bon (1606-1609), Robert VVithers (1650), Rico, Madam Montegü (1717-1718) ve Fransız Fabrikatörü Flachat (1745-1755) takip etmiştir.

Mesela Venedik Elçisi Bon’un Padişahlara odalıkların takdimi ile alakalı ve tamamen erotik romanları hatırlatan tasvirini, maalesef, bütün Batılı yazarlar tekrar etmişlerdir. Biz, bunların yalanlarını nakletmeye utandığımız gibi, mevcut belgelerin ve hâtıraların hiçbiri, bu nakledilenleri tasdik etmemektedir.

İşin doğrusunu ve Batılı yazarların nasıl meseleyi çarpıttıklarını ise, 196O’lı yıllarda Harem’in restorasyonunda görev alan ve bir Fransız tarihçisi olan Robert Anhegger ile evli olan Mualla

Anhegger’den dinlemek icabediyor:

"Haremin Avrupalıların yüzyıllarca yazıp çizdiği ile hiç bir alakası olmadığını fark ettim. Harem Padişahın dilediği kadınla yatması için düzenlenmiş bir kurum değil. Mimarisi bile buna göre düzenlenmemiş. Padişahın cariyeleri görebilmesi ve aralarından birini seçebilmesi mümkün değil. Kapılar, daireler, geçişler buna göre planlanmamış. Cariyeler 25 kişilik koğuşlarda yatıyor, üst katta yatan kalfaların sıkı denetimi söz konusu. Padişahın annesi kendi bölümünde, padişahın kadınları kendi bölümlerinde, padişah ise kendi dairesinde.

Padişahın kadınını annesi seçip, oğluna sunabilir. Padişahın kalkıp cariyelerin bölümüne geçmesi için kuş olup uçması lazım! Harem, bir üniversite gibi düşünülmüş. Cariyeler ise öğrenci. Zaten cariyelerin yaşadığı bölümün kapısında "Allahım bize de hayırlı kapılar aç" yazıyor. Ve bu yazı doğrultusunda, çoğu padişah tarafından çeyizleri verip evlendirilmiş. Çünkü câriye köle değil, cinsel köle hiç değil, bence doğru deyim cariyenin padişahın evlatlığı olduğudur. Ve gerçekten de evlatlık gibi hoş tutulup, iyi eğitildikleri anlaşılıyor. Haremin mimarisi düzenlenirken, burada yaşayan herkesin bir dakika bile boş kalmaması hedeflenmiş olmalı. Dans, müzik, dikiş, eğitim...

Harem sanki askerî bir teşkilât. Bu askeri teşkilât düşüncesini haremi restore ederken sık sık fark ettim. Ve sonunda kendimi öylesine kaptırdım ki, kabul edilemez nedenlerle, devlet tarafından yevmiyem kesildiği halde, gün boyu çalışmayı sürdürdüm. Kısacası harem restorasyonundan elime maddi olarak hiç bir şey geçmedi, ama karanlıkta kalmış bir kurumu, el yordamıyla da olsa kavramayı başardım.

Haremdekiler son derece iyi yetişmiş, terbiye edilmiş, zeki ve yetenekli kimseler. Yalnızca güzel değil, aynı zamanda zeki de olanlar devlet kademelerinde yükselmek istiyorlar. Bunda şaşılacak, ya da ayıplanacak bir yön göremiyorum. Kendilerine güvenen erkekler gibi, haremin kadınları da şanslarını sonuna kadar zorluyorlar. Sanılanın aksine, yükselmek için dünya güzeli olmaya gerek yok. Kendisine verilen eğitimi en iyi özümsemiş olan, güzel yazan, güzel konuşan bu yarışa avantajlı başlıyor.

İşte bu nedenle de haremin, belirli dönemlerde politik iktidara el koymuş olması son derece doğal. Elbette haremden acımasız ve muhteris sultanlar çıkmıştır. Ama ben, harem kadınlarını, şanslarını kendileri yaratmaya çalışan, aynen erkekler gibi bunu bazen başaran, bazen başaramayan ve bu uğurda, şartlar gerektiğinde, erkekler kadar acımasız olabilen kimseler olarak değerlendiriyorum.".

Bu cümleleri, Konunun Özeti diye takdim etmek bile mümkündür. Gerçekten; "Yabancıların yazdıkları eserler, çok kere hayal mahsûlüdür. Kulaktan kulağa gelenlerin yazı ve resimle ifadesinden başka bir şey değildir. Bu eserlerin hiç birisi, haremi hayal yuvası olmaktan, karanlık ve sırlar âleminden kurtaramamıştır. Bu durum, muhtelif sebeplerden ileri gelmektedir: Bunların başında Müslüman olan kadınlarımızın, erkeklerden kaçması, dışarıda örtülü gezmesi, kadınlı erkekli toplantılara iştirak etme-meleriyle izah edilebilir. Avrupa hükümdarlarının kadın ve kızlarının hayatlarına, görünüş ve giyinişlerine dair bir çok resim, heykel ve yazılar mevcud olduğu halde -bir kaç sefir hanımının saraylılarla görüşmesi ve onları tasviri bir tarafa bırakılırsa-, bizimkiler için böyle kaynaklar mevcut değildir".

Asıl üzüldüğümüz nokta ülkemizde yetişen Cumhuriyet dönemi yazarlarının da, belgelere dayalı bir ilmî araştırma yapmak yerine, bu yabancı yazarları aratmayacak şekilde ve onların yazdıklarını yahut çizdiklerini aynen taklid ederek yazılar kaleme almalarıdır189.

Penzer, N. M., The Harem, sh. 178-182;

Lady Montegu, Şark Mektupları, terc. Ahmed Refîk, İstanbul 1933;

Withers, Robert, A Discription of the Grand Signoir Sereglio, London 1650, sh. 42-43;

Uluçay, Harem II, sh. 26-29;

Nokta Dergisi, 2 Nisan 1989 Kapak Yazısı, sh. 52-53;

Mualla Anhegger, aynı zamanda Harem’le ilgili "Topkapı Sarayında Padişah Evi" adlı eserin de
yazarıdır. Zaten bizim de tesbitimiz, Harem’in Padişah’ın evi olduğu yönündedir;

Uluçay, Harem’den Mektuplar, sh. 10; Hem kaynakları ve hem de kullandığı resimleri, tamamen batı menşeli olan bir yazı için bkz. Baş, Işıl, Cariyelik: Kadının Cinsel Köleliği, Bilim ve Ütopya, Ocak 1996, sh. 12-14.

Kaynak: Prof.Dr. Ahmet AKGÜNDÜZ - Sorularla Osmanlı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder