4 Şubat 2012 Cumartesi

Komünizm ülkelere sefalet, açlık ve kargaşa getirdi



Komünizm ülkelere sefalet, açlık ve kargaşa getirdi



Rusya ve Çin gibi ülkelerde geçtiğimiz yüzyıl içinde yaşananlar Darwinizm'in bir topluma getireceği belaların ve acıların görülebilmesi açısından son derece önemli örneklerdir. Özellikle de Rusya'da 1917 yılında meydana gelen ihtilalden günümüze kadar yaşananlar komünist yapının bir ülkeyi nasıl yıkıma götürdüğünü açıkça gözler önüne sermektedir.



Bolşevik ihtilali ile Rusya'da Darwinist-materyalist zihniyet iktidar oldu. Bu zihniyet Rus halkını çok büyük sefaletlere, acılara, sıkıntılara götüren yolun başlangıcıydı. Rusya'da dünya tarihinin en acımasız katliamları, soykırımları ve sürgünleri yaşandı. Komünizmin kurucuları Karl Marx ve Friedrich Engels gibi, komünizmin uygulayıcıları Lenin, Stalin ve diğer bolşevikler de koyu birer Darwinistlerdi ve uyguladıkları baskı politikalarını ve zulümlerini Darwinizm'in sahte bilimselliği ile meşrulaştırmaya çalıştılar.



Koyu birer Darwinist oldukları için Lenin ve Stalin, insanları hayvan sürüsü gibi görüyor ve hayatlarına hiç bir değer vermiyorlardı. Komünist militanlarıyla birlikte gerçekleştirdiği kanlı bir iç savaştan sonra iktidarı ele geçiren Lenin, kurduğu sisteme karşı gelen herkesi kurşuna dizdirmiş, ülke içinde yaşanan iç savaşlar tam üç yıl sürmüş, Rusya tam bir harabeye dönüşmüştü. Lenin bir toplantıda söz aldığında şu dehşet verici ifadeleri kullanmış ve insan hayatına ne kadar az önem verdiğini dile getirmişti:



"Eğer kitleler kendiliğinden ayağa kalkmazsa, hiçbir şey başaramayız. Spekülatörlere karşı terör uygulamadığımız, yani hemen oracıkta kafalarına bir kurşun sıkmadığımız sürece hiçbir yere varamayız." (V.İ. Lenin, Polnoye Sobraniye Soçineniy, Moskova, 1958-1966, cilt XXXV,s.311)



Lenin ile aynı fikirleri paylaşan Stalin döneminde, masum insanlar hiçbir suçları olmadığı halde evlerinden toplanarak, ölüm kamplarına gönderildiler. Burada ağır işkence altında ve açlık içinde ölesiye çalıştırılan bu insanlar bir süre sonra ise keyfi olarak öldürüldüler. Stalin'in Darwinist-materyalist devleti, insanların hayatlarını ve insani değerleri kesinlikle hiçe sayıyordu. Ukrayna kamplarından birinin şefi Martin Latsis, raporlarından birinde bunların gerçek birer "ölüm kampı" olduğunu şöyle itiraf ediyordu:



"Maykop yakınlarındaki bir kampta toplanan rehineler -kadınlar, çocuklar ve yaşlılar - çamur içinde ve ekim soğuğunda korkunç şartlarda yaşıyor… Sinekler gibi ölüyorlar… Kadınlar ölmemek için herşeyi yapmaya hazır. Kampı korumakla görevli askerler bu kadınların ticaretini yapmak için bu durumdan yararlanıyorlar." (Komünizmin Kara Kitabı, Doğan Yayınları, İstanbul, s. 134-135)



Stalin, "komünizm projesini" gerçekleştirme adı altında ülkeyi açlık ve sefalete sürüklemiş, baskıcı bir yönetim kurmuş, köylü halkı zorla çalıştırmış, dini yaşama haklarını tamamen ellerinden almıştı. Stalin'in en büyük icraatlarından biri ise Rusya nüfusunun yüzde 80'ini oluşturan köylülerin tarlalarına devlet adına el koymak oldu. Özel mülkiyeti yok etmeye yönelik bu politika gereği, Rus köylülerin bütün mahsulü silahlı görevlilerce toplandı. Bunun sonucunda çok şiddetli bir açlık baş gösterdi. Yiyecek hiçbir şey bulamayan milyonlarca kadın, çocuk ve yaşlı açlıktan yaşamını yitirdi. Kafkasya'da ölü sayısı bir milyonu aştı. Devletin eliyle köylülerin ürünlerine zorla el koyan "zoralım birlikleri" kuruldu. Bu birlikler de türlü zulümde bulunuyordu. 14 Şubat 1922'de bir müfettiş şunları yazıyordu:



"Zoralım birliklerinin haksız uygulamaları akıl almaz boyutlara ulaştı. Tutuklanan köylüler sistematik biçimde soğuk hangarlara kapatılıyor, kırbaçla dövülüyor ve ölümle tehdit ediliyor. Teslim etmeleri gereken kotanın tamamını dolduramayanlar, elleri kolları bağlanıp, çıplak bir şekilde köyün ana caddesi boyunca koşmaya zorlanıyor ve sonra da soğuk bir hangara tıkılıyor. Çok sayıda kadın bayılana kadar dövüldükten sonra çıplak olarak karda açılan çukurlara konuluyor…" (Komünizmin Kara Kitabı, s. 159-160)



Bu politikaya direnen yüzbinlerce insan ise Sibirya'daki çalışma kamplarına yollandı. Tutsakların çok ağır şartlarda çalıştırıldığı bu kamplar, sürgüne gönderilen insanların büyük çoğunluğuna mezar oldu. Stalin'in bu kanlı politikaları sonucunda yaklaşık 20 milyon insan katledildi.



Öldürmek, yaşam mücadelesinin vazgeçilmez bir unsuru olarak kabul edildiği için, Darwinist-komünistler, milyonlarca masum insanı çeşitli yöntemlerle öldürdüler. Bu kısa dönemde sadece Rusya'da öldürülen insan sayısı 60 milyonu geçiyordu.



Darwinist zihniyetin bir diğer özelliği de halkına güvenmemesiydi. Elinde verecek ürünü kalmadığını söyleyen köylülere dehşet uyandıran işkencelerin uygulanmasının ardında yatan nedenlerden biri de buydu. Halklarını, kendilerinden sadece menfaat elde edecekleri, bir hayvan gibi çalıştırıp işlerine gelmediğinde veya biraz bile şüphelendiklerinde hiç düşünmeden öldürebilecekleri yaratıklar gibi gören bu Darwinist yöneticiler, neredeyse bir yüzyılın tamamını kana buladılar.



Darwinist-komünist devletin, özel teşebbüse imkan tanımaması, üreticinin elinden tüm ürününü ve kazancını alması da, şüpheci yaklaşımının bir diğer göstergesidir. Böyle bir zihniyet, kendisi dışında hiçbir insana, hiçbir düşünceye veya inanca değer vermediği için, onların gelişmesine veya varlık göstermesine de izin vermez. İnsanlar Darwinist devletin ürettiği kıyafeti giymek, bu devletin gösterdiği sanatı yapmak, sadece belirli ürünleri belirli şekillerde üretmek zorundadırlar. Hiçkimse fikir üretemez, geniş düşünemez, yenilik getiremez. Sadece devletin

verdiği kadarıyla hayatını idame ettirebilir. İşte bu, Darwinist-materyalist bir devletin istediği bir toplum şeklidir.



Yazının başında da belirttiğimiz gibi, Sovyetler Birliği'nin çökmesi bu zihniyetin çökmesi için yeterli olmamıştır. Nitekim bugün Rusya hala aynı acımasız, ruhsuz ve her türlü insani değerden uzak Darwinist zihniyetin pençesindedir. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra iktidara gelen tüm yöneticilerin gerek kendi halklarına gerekse Kafkasya halklarına karşı tutumları bunun çok önemli bir göstergesidir. SSCB'nin dağılması tüm dünyanın umut ettiği gibi Rus halkı için iyiye gidiş olmamıştır. Çünkü aynı komünist anlayış hala iktidardadır ve tüm icraatleriyle değişime karşı direneceğini göstermektedir. Yönetimde olanlar ya eski komünist yöneticiler ya da Putin gibi eski KGB ajanlarıdır.



Nitekim göstermelik değişmeyi son on yıldır yaşananlar da yalanlamaktadır. Rusya'nın Çeçen halkına karşı giriştiği vahşi soykırım bu komünist zihniyetin bir başka büyük icraatıdır. Stalin döneminde de aynı zulümlerle karşı karşıya kalan Çeçen halkının yaşadıkları, soğuk savaş sonrası da hiçbir şeyin değişmediğini tüm dünyaya ispatlamaktadır. Savunmasız ve masum Çeçen halkı 10 yıla yakın bir süredir bombaların gölgesinde yaşamını devam ettirmeye çalışıyor. İnsan hayatına değer vermeyen Rus yönetimi son derece çirkin bir savaş yöntemi izliyor, sivil halkın bulunduğu hastaneleri, doğumevlerini, pazar yerlerini, göçmen konvoylarını bombalıyor. Sivil Çeçenlere dahi yaşam hakkı tanımıyor ve tek bir Çeçen kalmayıncaya kadar bu savaşı devam ettireceğini söylüyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder