6 Şubat 2012 Pazartesi

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD HAN KIZIL SULTANMI? YOKSA ULU HAKANMI?



SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD HAN KIZIL SULTANMI?

YOKSA ULU HAKANMI?

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD HAN


1876 - 1909

Babası : Sultan Abdülmecid

Annesi : Tir-i Müjgan Kadın Efendi

Doğumu : 21 Eylül 1842

Ölümü : 10 Şubat 1918

Saltanatı : 31 Ağustos 1876 - 27 Nisan 1909

Toplumun en büyük haksızlığa uğramış tarihî şahsiyetlerinden biri, II. Abdülhamid’dir. Kendisinden önceki devirlerin ağır yükünü omuzlarında taşıyan, en güvenebileceği adamların ihanetine uğrayan ve dağılmak üzere olan içi dışı düşman dolu bir imparatorluğu 33 yıl sırf zekâ ve hamiyeti ile ayakta tutan bu büyük padişahı katil, kanlı, müstebit, kızıl sultan, cahil ve korkak olarak tanıtılmış, daima aleyhinde işleyen bu propagandanın tesiriyle de böyle tanınmış talihsiz bir insandır.

Daha ilkokul sıralarında belirli bir propagandanın tesirinde kalmaya başlayarak, yaşları ilerledikçe aynı telkinler ile büyütülen nesillerin, o propagandanın yalanlarını bir gerçek gibi benimsemelerinden tabiî ne olabilir?Öğren yavrum ki On Temmuz bayramların en büyüğü,Esir millet böyle bir gün zincirini kırdı, söktü.Ondan evvel geçen günler, bilsen ne siyahtı.Milletin her iyiliğini düşünecek padişahtı;Halbuki o zaman sultan,insan değil, canavardı,Canlar yakar, kan dökerdi, millet ondan pek bîzârdı!gibi saçmalar, kim bilir hangi kırılası kalemlerle yazılarak okuma kitaplarına geçiyor, körpe beyinlere Sultan Hamîd düşmanlığı aşılıyordu.Bu düşmanlığı aşılayanlar ilkönce İttihatçılar, yâni hürriyet kahramanları (!) yâni Sultan

Abdülhamid’in 33 yıl ayakta tuttuğu imparatorluğu 10 yılda dağıttıktan sonra memleketten kaçan kişilerdi. İttihatçılardan sonra da Ermeniler, Rumlar, Yahudilerdi. Yâni, yabancıları işe karıştırarak Türkiye’yi batırmak için Osmanlı Bankası’nı basan, Anadolu’da kargaşalık çıkaran ve Avrupa’nın gık demesine meydan vermeden Sultan Abdülhamid tarafından tepelenen Ermeniler; yani Balkanlara saldırıp karışıklık çıkarmak ve yine yabancıların da işe karışması ile Türkiye’yi parçalamak isterken Sultan Hamid tarafından 1897’de tepelenen Yunanlılar( ve bizdeki adı ile Rumlar ); ve Filistin’de bir Yahudistan kurmak teşebbüsleri Sultan Hamid tarafından önlenen Yahudi’lerdi.Sultan Hamid, bin türlü siyasî tertiple bu azınlıkların azgınlıklarını yere sererken, onlarla birleşerek padişahı tahtından indiren kabadayılar:Türk, Musevi, Rum, Ermeni,Gördük bu rûz-ı rûşeni!şarkısının, bu unutulmaz ahmaklık ve ihanet bestesini söyleyerek meydanları çınlatıyor, Birinci Dünya Savaşı ile mütarekesine kadar Musevi, Rum, Ermeni vatandaşların nasıl bir “rûz-ı rûşeni” beklediklerini anlamamak gibi bir alıklıkla bir imparatorluğu idare ettiklerini sanıyorlardı.

Sultan Hamid’i iyice anlamak için tahta çıktığı zamanı iyi bilmek lâzımdır. Sultan Aziz’in son zamanlardaki çöküntü sırasında, memleketi yürütmek için beliren iki akımdan libaralizmi V.Murat, muhafazakârlığı II.Abdülhamid temsil ediyordu. Liberaller, İngiltere ve Fransa’ya bakarak parlamento ile her şeyin düzeleceğine inanıyor, muhafakârlar, 30 milyonluk imparatorlukta 10 milyon Türk’ün hâkimiyetini sağlamak içim mutlak idareye lüzum görüyordu. Masonlar, Sultan Murad’ı da mason yapmışlardı.

Gerçek yüzünü Sultan Murad’a göstermeyen masonluğun arkasında ise Yahudilik ve Avrupa emperyalizmi vardı.İlk Meşrutiyet Meclisindeki Hıristiyan mebuslar, Türkiye’nin biran önce parçalanması için Ruslar ile savaşa şiddetle taraftar olmuşlardı. Ve gerçekten de neredeyse imparatorluk dağılacaktı. Sultan Hamid, bunu gördükten sonra, meşrutiyeti devam ettirseydi, elbette ki yanlış bir iş yapmış olurdu.

Müslüman olmayan mebuslarla birlikte, dışardan körüklenen Arap ve Arnavut milliyetçiliklerine de set çekmek üzere Meclisi kapatması, Sultan Hamid’in en büyük başarısı ve hizmetidir. Bu meclis kapatılmasaydı ne olacaktı? 8 milyon Hırıstiyan ve 12 milyon Müslüman yabancıya karşı, kültür seviyesi hepsinden geri 10 milyon Türkle bu devlet nasıl tutulacaktı? Demokrasi bir çoğunluk rejimi olduğuna göre, Türklerden çok olan Araplar, meselâ, resmi dilin Arapça olmasını teklif etseler ve Arnavutları da yanlarına alsalar, sonuç ne olacaktı?

Bütün Türk olmayanlar birleşerek Osmanlı İmparatorluğunun Avusturya-Macaristan gibi federatif bir devlet olmasını isteseler, bunun, nasıl önüne geçilecekti? Karışmak için fırsat gözleyen Avrupa devletlerini kışkırtmak üzere demokratik nümayişler yapılsa, bu ne ile önlenebilecekti?İşte Sultan Hamid, Meclisi kapatarak bütün bu tehlikeleri önledi ve tahtından indirilmeseydi daha da önleyecekti.

Fakat onun hizmeti bu kadar da değildi. 1877-1878 savaşından yenilerek çıkan Osmanlı ordusunu, o zamanın en mükemmel silâhları ile, meselâ mavzer tüfekleriyle silâhlandırdı. Denizci devletlerin ve Rusların denizden yapmaları mümkün taarruzlara karşı, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını tahkim etti. Ve, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerle Fransızların 18 Mart 1915 saldırıları bu istihkâmlarla durduruldu.Mükemmel kurmaylar yetiştirdi. 1914-1918 savaşı ile İstiklâl Savaşı’nı bunlar idare ettiler. Sultan Aziz’in, Ruslarla çarpışıp Kırım’ı kurtarmak için hazırladığı donanma, denizcilik tekniğinin değişmesi karşısında değerini kaybetmişti. 8-10 mil giden gemilerle artık iş görülemezdi. Bunları kadro dışı ederek iki zırhlı ile iki kruvazör aldı.

Büyük Osmanlı borçlarının üçte ikisini ödedi. Pek çok okul açıldı. Pek çok yol ve köprü, ayrıca hastahane ve çeşme gibi hayrat yaptırdı. Görülmemiş bir haber alma şebekesi kurdu. Yabancı elçilerden bile casusları vardı. Avrupa’da kuş uçsa haberi oluyor, aleyhimizdeki kararları önceden öğrenerek tedbirini alıyordu. Hilâfeti, Osmanlı Hanedanından almak için Mısır’da kurulan gizli bir derneğin üyelerinden biri Sultan Hamid’in adamlarından biri idi.

Balkanlıların mezhep ve milliyet ayrılıklarını körükleyerek birleşmelerine engel olduğu gibi; İngiliz, Alman ve Rusları da birbirine düşürerek aleyhimizde birleşmelerini engelledi.Bunları yaparken de vezirlerinden, paşalarından kimseye güvenmemekte ne kadar haklı olduğunu zaman göstermiş ve koca vezirler, hiç sıkılmadan, yabancı elçiliklere, konsolosluklara sığınmışlardı.Çok namuslu ve dindar bir adam olduğu için, asla kan dökmemiştir.

Mithat Paşa’yı öldürttüğü hakkındaki söylenti iftiradır. Gerçi o, Mithat Paşa’dan şüphe ediyor, onun Sultan Aziz’i öldürtmüş olduğuna inanıyordu. Fakat, dindar bir insan olarak, kan dökmekten, bütün hayatınca çekinmiş, Mithat Paşa ile arkadaşlarının idam kararlarını müebbet hapse çevirmişti. İsteseydi idam kararını imzalayamaz mı idi? Buna hangi kuvvet engel olabilirdi? Bunu yapmayarak sonra, Talif’te suikasta girişecek kadar az zekâlı mı idi?

Memleketi doğrudan tehdit eden Moskof emperyalizmi ile batıdan tehdit eden Avrupa emperyalizmi ve onun temsilcisi İngiltere’ye karşı devleti savunan Sultan Hamid, ayrıca azınlıklar ve gafil hürriyetçiler ile de uğraşmaya mecbur olmuş, güneyden gelen siyonizme de göğüs germiştir.Sultan Hamid için Osmanlı İmparatorluğunu, soyumuzun düşmanı Moskoflarla hilâfetin düşmanı İngiltere’ye, devletimizin düşmanları siyonizme ve azınlıklara, rejimin düşmanı hürriyetçilere karşı savunmak meselesi ve vazifesi vardı.

Bunun için de, kendisinin devlet başkanı kalması gerekti. Kendisi çekilirse, devletin tutunamayacağı hakkındaki düşüncenin doğruluğu, çok geçmeden gerçekleşmiştir.Şimdi bu kadar büyük bir dâvânın karşısında, Peyami Safa’nın ileri sürdüğü İsmail Safa’nın sürgün edilmesi gibi hâdiselerin ne ehemmiyeti olabilir? İsmail Safa ne istiyordu? Oğlunun iddiasına göre hürriyet! Yani meşrutiyet, serbest seçim. Yani bir alay Arap, Arnavut, Ermeni, Rum, Bulgar, Yahudi ve Sırp’ın Türkiye’nin kaderi hakkında söz sahibi olması...

Şimdi akıl, anlayış, vicdan ve millî şuur sahibi olarak düşünelim: Böyle bir sonuca razı olunabilir mi?Sultan Hamid, sürgün ettiklerine aylık da bağladığına göre, Anadolu’nun en sağlam havalı yerlerinden biri bulunduğu, ahalisinin dinç ve gürbüz yapısı ile belli olan Sivas’ta İsmail Safa’nın ölmesi Sultan Hamid’in kabahatı mıdır? Verem olan İsmail Safa, İstanbul’da kalsaydı, ölmeyecek miydi?Babasına karşı beslediği sevgi dolayısıyla, Peyami Safa’nın bazı özel düşünceleri olması tabiîdir.

Fakat, her gün binlerce kişiye seslenen bir yazarın, Sultan Hamid gibi büyük bir padişahı, Osmanlı sultanlarının en cahili ve kanlısı diye göstermeye kalkması, doğru mudur?“Bu dünyada herkes bir çok şeyin cahilidir. Yeter ki kendi işinin cahili olmasın”. Kendi işinin ehli olduğunu bin bir delille isbat etmiş bulunan Sultan Hamid ise asla cahil değildir.

Onun bir yüksek okul hattâ lise diploması yoktur. Fakat özel öğretmenlerle hayattan ve içinde yetiştiği büyük ve muhteşem hanedandan çok cevherli şeyler öğrenmişti. Ressam, hattât ve musikişinas idi. Doğu ve batı dillerinden bazılarını biliyordu. Kurduğu çok değerli Yıldız Kütüphanesi, bugün, Üniversite Kütüphanesi’ni de yine o kurdu.

Yani Sultan Hamid, Türk kültürüne kütüphane kurarak, pek çok okul açarak ve ilmî eserler yazdırarak hizmet etti.Onun katil olduğu yalan, kızıl sultan olduğu iftiradır. Avrupalıların ve Ermenilerin yakıştırdığı kızıl sultanlığı benimsemek, onların emellerine hizmet etmek olmaz mı?Sultan Hamid, kızıl değil, “Gök Sultan”dır. Herkeste bulunması mümkün ufak tefek kusurlarını şişirip erdemlerini inkâr etmekle ne Türk tarihi, ne de Türk milleti bir şey kazanır.

İsmail Safa, İngiliz-Boer savaşında, İngilizlerin bu başarısını, onların elçiliklerine giderek tebrik ettiği için, Sultan Hamid tarafından haklı olarak, sürgün edilmiştir. Belki İsmail Safa, o zaman, İngilizlerin nasıl bir Türk ve Müslüman düşmanı olduğunu bilmiyordu. Fakat geniş haber alma imkânları ile her şeyi bilen Sultan Hamid, memleket aydınlarının düşman elçilikleriyle temasına müsaade edemezdi.Şimdi insafla düşünülsün: Hiçbir sebep yokken, sırf yurtlarındaki elmas madenlerini zaptetmek için, bir avuç Boer’e büyük ordularla saldıran İngiltere’yi tebrik etmek hangi hürriyetçilik anlayışının sonucudur?

O günkü İngiltere’yi Boer’leri yendi diye tebrik etmekle, bugünkü Moskofları Finlere karşı başarılarından dolayı alkışlamak arasında ne fark vardır?Merhum Gök Sultan Abdülhamid Han, bütün hayatında bir fikir, devleti ayakta tutmak ve hazırlamak için yaşadı. Siyasî dehası ile Avrupa’yı ve Moskof’u oyalıyor, bir yandan da demir yolu ve okul ile Türk milletini kuvvetlendirmeye çalışıyordu.Sultan Hamid ile onun düşmanları olan hürriyetçileri ölçüştürmek için, yalnız şu noktaya bakmak yeter: Hürriyet kahramanları (!), hürriyeti yok edip yüzlerce masumu astıktan sonra, savaşa soktukları devlet yenilince, hırsızlar gibi kaçtılar.

Gök Sultan, bir tek siyasî idam yapmadan, en korkunç siyasî güçlükleri atlatarak 33 yıllık saltanatında devleti ayakta tuttuktan sonra tahtından indirilirken, Moskof çarının Rusya’ya davetini; Selanik’ten Alman gemileriyle İstanbul’a gelirken de Alman İmparatorunun dâvetini reddederek vatanında sürgün ve mahpus gibi yaşamayı tercih etti.Türkiye dört sınırında yangınlar olan bir ev, Sultan Hamid, o yangınların eve bulaşmaması için hızla koşarak ateşe su serpen, kum döken ve keçe kapatan bir savunucu idi.

Bu koşuşmaları sırasında yoluna çıkan bir iki çocuğa çarpıp düşürdüyse, suç onun değildir. Çünkü, yurdun çevresindeki yangınlar göğe yükseliyor ve Gök Sultan, alevleri içeri sokmamak için didiniyordu.Ve sokmadı da...Ne diyelim? Durağı cennet olsun...

Sultan Abdülhamit Han dünyada gelmiş geçmiş en büyük hükümdarlardan birisidir. Keşke kıymetini gereği gibi bilebilsek. Muhteşem siyasi dehası sayesinde imparatorluğu 30 küsür sene ayakta tutmayı başarmıştır. Kendisinden sonra ülkeyi yöneten asalak ittihat ve terakkiciler ülkeyi önce

Balkan harbinde sonra da Birinci Dünya Savaşı'nda perperişan etmişlerdir. Bu zavallı insanlar böylesine büyük bir sorumluluğun altından gelecek kapasitede değillerdi.



SULTAN II. ABDULHAMİD'İN HİZMETLERİ

Sultan II. Abdulhamid bir barış adamıydı. Saltanatında hep diplomasiyi ön plana çıkarmıştı. Buna karşı bayındırlık, eğitim, sağlık, kültür ve sanat faaliyetlerine ağırlık vermiştir. Yerli ve yabancı mimarlar tarafından yaptırdığı eserler hâlâ dimdik ayakta, milletimize hizmet vermektedir.

MİMARİ ESERLERİ

- İstanbul Arkeoloji Müzesi

- Eski Şark Eserleri Müzesi

- Yüksek Ticaret Merkezi

- Haydarpaşa Tıbbiye Mektebi

- Düyun- ı Umumiye ve Karaköy Osmanlı Bankası

- Karaköy Palas İşhanı

- Maçka Palas

- Ankara İş Bankası

- İstanbul Maçka İtalyan Sefareti

- Tarabya İtalyan Sefareti

- Haydarpaşa Tren Garı

- Sultanahmet’te Alman Çeşmesi

- Sirkeci Tren Garı

- İstanbul Yıldız Hamidiye Camii

- Cihangir Camii

- Beyazıt Devlet Kütüphanesi

(Kütübhane-i Umumi-i Osmanî)

- Diğer illerde camiler, okullar, hastaneler ve saat kuleleri.

SULTAN HAMİD’İN EĞİTİM HİZMETLERİ

Zamanında iç ve dış buhranlar birbirini kovalamış olmasına ve mesaisinin önemli kısmını bu problemlere ayırmış olmasına rağmen, eğitim işlerinden hiç taviz vermemiştir. Bu alanda da yeni bir çığır açabilmiş, eğitim işlerinin sağlıklı ve istikrarlı yürütülebilmesi için kanun ve nizamnameler çıkarmıştır. Eğitimin önemine ve gereğine yürekten inanan ve faydalarını da yakinen bilen II. Abdulhamid Han bu konudaki fikrini izah ederken “Rusya, Almanya ve Avusturya devletleri ilerlediler, özellikle Rusya vaktiyle önemsiz iken bugün Avrupa’nın büyük devletlerinden sayılmaktadır. Biz geri kaldık.

İlim ve fennin ilerlemesi mekteplerden çıkan diplomalı efendilerin kullanılmasıyla olur. Ne yazık ki, tam bilgili olan adamımız çok azdır. Tam tersine yarım bilgili olanlarımız ise pek çoktur. Onun için milliyet ve dinin ne demek olduğunu bilmezler. Tam tersine memleketimizdeki Hıristiyanlar oldukça bilgili oldukları gibi kendi mezheplerince dindar ve dinlerini koruyacak kadarda taassupları bulunmaktadır.

Böylelikle milliyetlerini koruyabilmektedirler.” Üniversiteler, Güzel sanatlar akademisi, Ticaret ve Ziraat Okulları kuran II. Abdulhamid Han’ın sadece İstanbul’da 14 yüksek okul ve 75 ihtisas okulu açtığını düşünürsek meseleye ne kadar ciddi baktığını görürüz. Onun hedefi tüm ülke çapında okulsuz ve camisiz ne bir köy, nede kasaba bırakmaktı.

Bu uğurda verdiği 33 yıllık mücadele sonucunda, tahta çıktığında (1876) ilkokul seviyesinde sayıları 200 olan iptidai okullarında devasa bir patlama yaparak sayılarını yaklaşık 5.000 e yükseltti. Buna paralel olarak Ana sınıfı statüsündeki 10.000 sıbyan okuluna da yeni bir ruh ve anlayış getirerek devamlarını sağladı. Ortaokul seviyesindeki rüştüye mekteplerini 250’den 600’e çıkardı. Lise seviyesindeki idadi mekteplerini de 5’den 104’e yükseltti. Öğretmen yetiştiren dar’ül-muallimlere daha büyük bir önem atfederek sayılarını dörtten 32’ye çıkarttı.

Bizzat kendisinin kurduğu ve yakından takip ettiği Mekteb-i Mülkiye’ye daha büyük önem vermişti. En çok dikkat ettiği husus, tayini yapılacak kaymakam ve mutasarrıfların bu okuldan mezun olup olmadıklarıydı. Padişah Ali Fethi OKYAR’a eğitimle ilgili şunları söylüyor ”Adam yetiştirmek kolay değil. Eskiden vezirler, ekâbir, hayır erbabı, konaklarının büyük kısmını yetiştirmeye kabiliyetli gençlere ayırırılar; bihassa kendi memleketlerinde istidatlı, elinden tutulmaya değer gençleri getirirler, onlara manevi pederlik yaparlarmış.

Biz bunlara yetişemedik. Enderun Saray içinde devlet adamı yetiştiren büyük mektep imiş. Bana maarife (eğitime) neden ehemmiyet verdiğim soruluyor… Hâşâ! Bugün ne kadar âli mektep (yüksek okul) görüyorsanız hemen hemen cümlesini ben yaptım. Mevcutlarıda Islah ettim.” Şimdi değişik dallarda açtığı okullara bir göz atalım

- Sıbyan (çocuk) mektebi

- Kör, sağır ve dilsiz mektepleri

- Şemsül Maarif ve medreseler

- Askeri ve Mülki Rüştiye (Ortaokul) ve İdadiler (lise)

- Kız ve Erkek Öğretmen Meslek ve Sanat Okulları

- Polis, Gümrük ve Lisan okulları

- Çeşitli kademe ve ihtisas dallarında Ziraat okulları

- Maliye, Ticaret ve Üniversite seviyesinde çeşitli Mühendislik Fakülteleri.

- Batının Irkçılık telkinlerine karşı, Kürt çocuklarına mahsus Aşiret Mekteb-i Hümayunu

- Hukuk mektebi

- Güzel sanatlar akademisi

- Yatılı kız lisesi

- Galatasaray, Haydarpaşa, Kabataş ve İstanbul liseleri

- Askeri tıbbiye Mektebi Şahanesi

- Tıp Fakültesi (Viyana’dan başka yerde benzeri olmayan modernlikte)

- Eczacılık ve dişçilik okulları

- Bursa da ipekçilik mektebi

- Halkalı Ziraat ve Baytar mektebi

- Maden arama mektebi

- Ve yurdun dört bucağına açtırdığı okullar Genelde liseler vilayetlerde açılıyordu.

Bu dönemde kazalara ortaokul, köylerede ilkokul projesi uygulandı. Mesela Van ilimizde lise 1949 yılında açıldığı halde, ilk rüştiye (ortaokul) onun zamanında ve 1879 yılında kurulmuştu.

II. ABDULHAMİD’İN YAPTIRDIĞI SAĞLIK KURUMLARI

Sulatan Hamid’in en çok üzerinde durduğu diğer bir konu ise sağlıktır. Bu sebeple pek çok sağlık kurumu yaptırmış ve halkın hizmetine sunmuştur.

- Şişli Hamidiye etfal (çocuk) Hastanesi

- Üsküdar’da bir akıl Hastanesi

- Beyoğlu kadın hastanesi

- Yıldız’da asker hastanesi

- Gülhane Askeri Hastanesi

- Haseki Hastanesi Nisa (Kadınlar bölümü) İlavesi

- Vakıf Gureba hastanesi

- Zeynep Kamil hastanesi

Bunların dışında şu anki sınırlarımız içinde ve dışında olmak üzere 50’ye yakın hastane hizmete açmıştır.

SULTAN HAMİD’İN DİĞER HİZMETLERİ

117 yıldır hizmet veren Darü’l - aceze’yi 1890 da kurmuş ve fakirlere, yaşlı ve kimsesizlere kucak açmış, bu bağlamda dilenciliğide yasaklamıştı. Halen kullanılmakta olan Hamidiye suları ve Terkos suyunun İstanbul’a getirilmesi onun hizmetidir. Her doğan çocuğa çeyrek altın hediye vermiş ve kimsesiz çocuklara kendi tahsisatından maaş bağlamıştır. Merkez ve Osmanlı hudutları içerisinde yüzlerce camii, çeşme, türbe, tekke yaptırmıştır. İlk metroyu da tünelde işletmeye geçirmişti.

Fakir çocukların sünnet ettirtmesinden Başarılı öğrencilerin ödüllendirilmesine, fakir tutuklulara çeşitli yardımlardan yine fakir halka yakacak, yiyecek ve giyecek yardımlarına varıncaya kadar sosyal devletin gereğini yapmıştı. Senenin kutsal üç aylarında bu yardımları dahada ziyadeleştirmişti Savcılık müessesi ve Divan-ı Muhasebat (Sayıştay) onun zamanında kuruldu. Askeri dikimevleri, feshane ve tersaneler ile değişik alanlarda fabrikalar inşa edildi.

Gramofon, sinema, otomobil, onun devrinde ülkeye gelen yeniliklerdi. Opera, tiyatro, klasik müzik, fotoğraf ve film çekme alanlarında bizzat teşviki oldu. Kâğıthane de bir poligon kurdu, İstanbul, İzmir limanlarını tesis etti. Pek çok kütüphane kurdurup kataloglarını da hazırlatmıştı. Sultan Hamdi iyide bir çevreciydi, çünkü Belgrat ormanlarına zarar veren ve çevreyi tahrip eden bir köy halkının tamamını ceza olarak o bölgeden alıp Anadolu içlerine sürgüne göndermişti.

Abdulhamid Han Ülkesinde asli unsur olan Türklerin teşebbüse yönelmediklerini ve üretime katkı yapacak işlere, sanayi ve ticaret sektörüne meyletmediklerini sitemle anlatıyor ve hatırlarında bu hususla ilgili diyor ki “gençlerimiz memur, asker veya ulemadan olmayı tasarlıyorlar. Neden hiçbir Osmanlı, büyük bir tüccar, mahir bir zanaatkâr olmayı düşünmüyor? Bende marangozluk sanatı ile meşgul olduğumdan, halka iyi bir numune sayılırım. Şimdiye kadar böyle çalışmaya alışmamış olmamız çok yazık. Bu tarz alışa gelmiş düşüncelerden kurtulmak çok güç olur. Ah eğer ben başta olsaydım, hemen bir sanayi mektebi açardım. Yıldız’da yaptığım gibi küçük bir fabrika (çini ve demir fabrikası) tesis ederdim. Gençlere marangozluk, tornacılık, demircilik öğretirdim. Ben böyle az adamı yetiştirmedim. Ticaret ve sınaî kalkınmayı kimse düşünmüyor. Rumların, Ermenilerin ticareti memlekete şeref getirmiyor ve hiçbir ilerleme olmuyor. Fakat bizim efendilerde de hiç ticaret arzusu yok.” Malum olduğu üzere o dönem Rum ve Ermeniler teşebbüs kabiliyetleri ile zenginleşiyorlar ve Türkiye’de elde ettikleri parayı yurt dışına çıkararak ayaklanma ve bölücülük şeklinde bize karşı kullanıyorlardı. Biz bir ölçüde kendimize sıkılacak kurşunu onlardan bu şekilde satın alıyorduk.

Sırf bu mülahazalarla O,ülkesinde açtığı işletmelerle halkımızın önünü ve ufkunu genişletmeyi düşünmüştü. İşte bunlardan bir kaç örnek 7 askeri fabrika ile çeşitli alanlarda 15 imalathane ve atölye kurdu. 1 yağ,1makarna ve 2 un fabrikası açıldı.6 halı ve 17 kumaş dokuma işletmesi devreye girdi Ardı ardına demir, konserve, güherçile ve elmas işleme atölyeleri kuruldu.

SULTANIN GERÇEKLEŞTİREMEDİĞİ PROJELER

İstanbul’da Haliç ve Boğaziçi’ne bire köprü yaptırmayı düşünmüştür ve bunun içinde çevre yolarlıda kapsayacak şekilde çeşitli projeler hazırlatmıştır. Yazık ki tahttan indirilince gerçekleştirememiştir. Fakat plan ve projeleri elimizde bulunmaktadır. İstanbul un yüzyıl sonrasını karşılayacak alt yapısının oluşturulma çalışması da neticesiz kalmıştır. Yemen demiryolu projesi, inşaatına başlanılmış, ancak İtalyanların Cibana limanını bombalamaları üzerine yapılamamıştır.

Anadolu’yu bir baştan öte başa kadar saran karayolları proje sinide sultan II. Abdulhamid han gerçekleştirmeye zaman bulamamıştır. Dicle nehrinde yolcu taşıma ve ticaret amaçlı vapur seferlerinin devreye sokulma projeside fizibilite aşamasında yarım kalmıştır. Sultan Hamid daha pek çok plan ve projeyi gerçekleştirip Osmanlı ülkesini ve halkının refah seviyesini yükseltmeyi düşünüyordu. O Jön Türklerin yaptığı gibi Avrupa’nın yaşam tarzına değil, teknolojik ve ilmi yeniliklerine hayrandı ve onları ülkesine transfer etmenin peşindeydi.

II. Abdulhamid Hanın ileri görüşlü ve yenilikçi bir padişah olduğunun en basit örneklerinden biri, elektrik amerikada icat edilir edilmez kullanılmaya başlandığı anda haberdar olup temasa geçmesi ve mucit Edison’u çalışmalarını sürdürmek üzere İstanbul’a davet etmesidir. Fakat Edison böyle bir teklifi kabul etmemiştir. İstanbul’a elektriğin gelmesi Paris’e geldiğinden 5 sene sonra olmuştur.

O zaman içindede silahtar santrali anca yapılmıştı. Telefonda Avrupa’da kullanılmaya başlanılmasından beş yıl sonra 1881’de getirilmiştir. Telgrafta aynı şekilde bu yıllarda kullanılmaya başlanılmıştır. Sultan II. Abdulhamid’in, kültür ve sanata gönül verip hizmet eden padişahlar arasında Fatih’ten sonra ikinci sırayı aldığını söylemiştik. Hele İstanbul’a has bir kültür projesi vardı ki, o proje ile merkez ihya olacaktı.

Sultan Ahmet meydanına devasa bir kültür sitesi kurmak için Fransa’dan şehircilik mütehassısı dahi getirtmişti. Caminin karşısına Osmanlı ulum akademisi, sol cenaha büyük bir milli kütüphane, Ayasofya tarafına da Darü’l Fünun (Üniversite )kurmayı planlıyordu. Daha nice yenilikler planlıyordu. Lakin şartlar elverişli olmadığı gibi, ona ayak uyduracak bir kadrodan maalesef yoksundu. Gerçi böyle bir kadroyu kurabilirdi.

Ama biraz evhamı, birazda çevresine güvensizliği buna engel olmuş olabilir. Yalnız kafasındaki projelerin e olduğunu Yüzbaşı Zünnun Bey’e şu şekilde bahsetmişti. “sulama davalarımız mühimdir. Nehirlerimizi kanallarla birleştirmek ve Mısır’da Assuvan’da olduğu gibi bir takım barajlar vücuda getirmek elzemdir. Fırat ile Dicle yi, Seyhan ile Ceyhan’ı, Sakarya ile kızıl ırmağı, bilhassa Karadeniz ve Akdeniz limanlarımızı baştanbaşa inşa etmek, Anadolu ve Rumeli demir yollarını çoğaltmak pek zaruridir. Sizi temin ederim yüzbaşım bütün müddeti saltanım boyunca hep bunları düşündüm. Bazı imkânlarda aradım. Fakat bu noktada en korktuğum şey yabancı sermayenin mevcut kapitülasyonları daha tahammül edilemez hale sokması ihtimaliydi. Esasen düşmanlarımızın mali tazyiki altındayız. Borçlarımız pek fazladır. Yabancı sermeye memleketi bu suretle daha müşkül bir vaziyete sokacaktır. Bir müstemleke haline gelmekten korktum.”

Kaynak : II.Abdulhamid Han : Ulu hakanmı ? ,Kızıl sultanmı ? Kitabı Yazar : MustafaTURAN


Bir zamanlar ittihatçı olan ve Sultan'a karşı inanılmaz muhalefet yapan Rıza Tevfik, Meşruiyetin İlanından kısa süre sonra İttihatçıların yaptıklarından dolayı pişman olup SULTAN'A NASIL YALVARIYOR: Nerdesin, şevketli Sultan Hamid Han Feryadım varır mı barigahına? Ölüm uykusundan bir lahza uyan Şu nankör insanların bak günahına Tarihler ismini andığı zaman Sana hak verecek hey koca Sultan Bizdik utanmadan iftira atan Asrın en siyasi Padişahına Divane sen değil,meğer bizmişiz Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz Sade deli değil,edepsizmişiz Tükürdük atalar kıblegahına Sonra,cinsi bozuk,ahlakı fena Bir sürü türedi,girdi meydana Nerden çıktı bunca veled-i zina? Yuh olsun bunların hem ervahına. Buda Süleyman Nazif'ten: “Padişahım! Gelmemişken yâde biz. İşte geldik senden istimdada(yardım istemeye) biz Öldürürler, başlasak feryada biz. Hasret olduk eski istibdada biz. Dembedem coşmakta fakru ihtiyaç, Her ocak sonmuş ve sönmüş, millet aç. Memleket matemde, öksüz taht u taç Hasret olduk eski istibdada biz.”


II.ABDÜLHAMİT HAN'IN PEYGAMBER SEVGİSİ!!!

II.Abdülhamithan döneminde İngilizler Londra'da peygamberimizi(s.a.v) küçük düşürecek bir tiyatro yapmaya hazırlanıyorlar.
II.Abdülhamithan bunu öğrenıyor ve İngilizlerden bu tiyatroyu iptal etmesini istiyor. Fakat İngilizler tiyatro biletleri satıldı bunu yapamayız diyorlar. II.Abdülhamithan İngilizlerin bu sözü üstüne tarihe geçecek şu sözü söylüyor YEMIN EDERIM KI CIHAD-I EKBER ILAN EDECEĞIM İNGİLİZLER PEYGAMBERİMİZİ KÜÇÜK DÜŞÜRÜYOR DİYE TÜM İSLAM ALEMİNİ AYAKLANDIRACAĞIM İngilizler II.Abdülhamithan'ın bu tehdidi üzerine tiyatroyu iptal etmek zorunda kalıyor. İŞTE OSMANLININ GÜCÜ. İŞTE BİZİM ATALARIMIZ. OSMANLI EN GÜÇSÜZ ZAMANINDA BİLE DÜNYANIN SÜPER GÜCÜNÜ TEHDİT EDEBİLİYOR......

PEYGAMBERİMİZ(s.a.v) VE HİCAZ DEMİRYOLU

II.Abdülhamithan İstanbul'dan Medine'ye kadar Hicaz demiryolunu yaptırmış. Son durak Medine istasyonunda demiryolunu keçeyle kapatılması emrini vermiş. Neden diye sordukları zamanda "Peygamberimizin mübarek ruhu Trenin çıkarcağı gürültüden rahatsız olmasın diye" cevap verir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder