4 Şubat 2012 Cumartesi

VAHDETTİN HAN GERÇEKTEN HAİNMİYDİ?





VAHDETTİN HAN GERÇEKTEN HAİNMİYDİ?



1919 RUHU ndan bahsedilecekse Vahdettin HAN 'sız bir kurtuluştan bahsetmek ekmek yerine taş yemek gibi bir hadiseye denk gelir ki Tarih kesinlikle kuru sıkı sallamalarla yürümez...Tarih olguların bütünüdür..Bu olgular ise değiştirilmeye çalışıldığı için bugün Türkiye bu durumdadır..Tarihini redettiğinden dolayı bu durumdadır.....


Bir kaç sene evvel Sol'un bir zamanlar büyük devrimcisi olarak görülen 12 eylül döneminde ki sol çıkışları ile de ünlenen ve en sonunda Başbakan olan ve ölmeden önce de bütün bu siyasi karizma ve cumhuriyet savunuculuğunu bir kenara iterek bir gerçeği İTİRAF etmek zorunda kalan Bülent Ecevit'in son Osmanlı padişahı Sultan Vahdettin'in 'vatan haini' olmadığını söylemesi ile başlayan tartışmalar da yakın bir dönemimize damgasını vurmuştu.... Vahdettin konusunda ak-kara şeklinde ortaya çıkan görüşler dışında orta yolu takip eden tarihçiler ve aydınlar da var.


Ancak görüş Vahdettin'in kesinlikle vatan haini olmadığı yönünde... .....


Vahidettün Han' ile ilgili bu tartışmalar sürüp giderken aslında Vatan Dostu Büyük Padişah Vahdettin Han ile ilgili ciddi ve gündemi sarsıcı Kitaplık çaptaki eser Üstad Necip Fazıl'dan gelmiştir..


....Resmi Tarih tezine aykırı olarak bu konuda ilk kitap 1968'de Necip Fazıl tarafından yayınlandı. Necip Fazıl'ın büyük gürültü koparan kitabı ilk olarak 1968'de Bugün gazetesinde tefrika edildi, ardından Toker Yayınları tarafından, "Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu Sultan Vahidüddin" adıyla neşredildi. Necip Fazıl kitabında resmi tarih tezine aykırı olarak Sultan Vahdettin'in Milli Mücadele'yi desteklediğini, Mustafa Kemal Paşa'ya bu konuda önderlik etmesi için yüklü miktarda para yardımı yaptığını öne sürdü. Necip Fazıl'ın Vahdettin'i aklayan kitabının başına bir sürü iş geldi, defalarca toplatıldı, dava açıldı, beraat etti......yasaklandı....


Ve Üstad Necip Fazıl Kısakürek yine bu Kitabı ile Tarihi kurtarırken soytarılar elinden her hamlesi ile bizzat kendisi Tarihe geçiyordu....



Baran Dergisinden Sayın Baki Aytemiz'in aşağıda aktardıklarını da hep beraber okuyalım...






Vahidüddin Hân ile ilgili olarak detaylı tafsilat Üstad Necip Fazıl’ın ilgili eserinde mevcut olarak, oradan aldığımız tarihi bilgilerin ışığındameseleye yanaşalım…

Anadolu’da bir “
İ
stiklâl Savaşı”başlatmak üzere, eldeki işe yarar subayların listesini Genelkurmay Başkanı’ndan talep eden O… İstanbul’dabir takım siyaset ve iktidar oyunlarına dalmış bu subaylarla görüşerek,onlara İstanbul’da bir istikbâlin bulunmadığınıve mücadele merkezininAnadolu olduğunun gongunu çalarak uyanmalarını sağlayan, onları Anadolu’yagitmeye ikna eden O… Veonlara Anadolu’da bir takım göstermelik vazifeler vererek İstiklâl Savaşı’nı örgütlemek üzere Anadolu’ya gönderen O…


''Vahidüddin Hân, bu plânı uygulayabilmek adına İngilizlere olabildiğince şirin gözükmeye çalışırken,perde gerisinden de Anadolu’ya gönderdiği subaylar eliyle örgütlenen Kuvay-ı Millîye’ye olanca desteğini vermektedir.



O’na “hain” diyenler şunu unutmamalıki, artık meşrutiyet yönetimi ile idare olunmakta olan ve işgâl altına girmiş bir devlet olan Osmanlı’da,Vahidüddin Hân’
ın yetkilerinin, bugünkü cumhurbaşkanınkinden bile çok daha az olduğunu gözden kaçırmamalı.Ve kendisi o makamdan ayrılmış olsaydı, işgâlciler emirlerini dikte ettirecek birilerini muhakkak bulur ve o makama getirilerdi amaVahidüddin Hân’ı
n o makamın imkânlarını kullanarak Anadolu’ya perde arkasından destek vermesi sözkonusu olamazdı.



O, kendisini vatanıuğruna feda etmiş, onca acılar yaşamasına,nihayetinde vatanından kovulmasıacısını bile tatmış olmasınamukabil, yine de yabancı ellerde vatanı aleyhine, yeni iktidar aleyhine tek bir cümle bile sarf etmemiş bir kahramandır. Bilakis buna teşebbüsedenleri, en şedit bir tavırla bundanmen etmiştir.



Vatanına ve milletineolan bağlılığından dolayıdır ki, gurbetellerde beş parasız ölmüş ve cenazesiortada kalmıştır. Yoksa İstanbul’dansürülürken, Topkapı Hazineleri’ndencebine atacağı birkaç elmasla hayatının sonuna kadar lüksiçinde yaşar, ihanet düşünecek olsaydıda, o hazineleri sırtlandıktan sonra,kuracağı bir ordu ile emperyalistlerin desteğinde İstanbul üzerine yürüdü.



O, vatanının selâmeti için -kendine vurulacak damgayı bilerek- kendinifeda etmiş ve kendinse vurulan odamganın acısını, ıstırabını kalbinegömerek, kendisinden dolayı vatanınabir zarar gelmesine mani olmakiçin, köşesine çekilip ölümü beklemişbir vekar heykeli değil de nedir?



Efendi Hazretleri, bizzat Vahidüddin Hân’
ın emirleri mucibince, Anadolu’yabirçok yardım yaptığını veverdiği desteği yarım asırdan çok daha fazla bir zaman öncesinden ifâde etmekte değil midir?''








Ve Üstad Necip Fazıl Kısakürekin Vahdettin Han'ı anlattğı eserinde ki PADİŞAH'IN NEFS MUHASEBESİ başlığında yer alan ifadeleri dikkatle okuyunuz...



Beşer takatinin üstündeki bu ağırlıklar sürüp gider ve her gün biraz daha bastırırken, Sadrâzam Tevfik Paşa (enstantane) bir istifa ve onu takip edici yeni tâyinle ikinci bir kabine kuruyor. Bu basit bir oyundur ve maksat, eskiler kadar silik yeni nazırların iş başına getirilmesi veya eskilerden birkaçının işbaşından uzaklaştırılmasıdır.



İkinci Tevfik Paşa kabinesinin kuruluşundan bir gün sonra gazeteler bu değişikliği tenkit etmeye başlıyorlar. Tenkitçiler arasında en ileri giden «Vakit» gazetesidir ve iki halis Anadolu çocuğunun (Hakkı Tarık ve Âsım Us kardeşler) sahibi bulundukları bu gazetenin başmuharriri, mahut Ahmed Emin Yalman'dır. Amerika'dan yeni gelmiş ve bir müddet sonra kurt ve ermenilerin istiklâlini müdafaa edecek, Türkiye'yi Amerikan mandası altına sokmak, tek kelimeyle istiklâl ve bütünlüğünden uzaklaştırmak isteyecek olan yahudilik kurmayı emrindeki bu bedbaht kalem, ilk karargâhını böyle bir gazetede kurmayı bilmiştir.



İşte bu kalem, kabinedeki değişikliği, Padişahın yakınlarından Refik Bey isimli bir şahsın hususî telkiniyle meydana gelmiş göstermekte ve isimleri iaşe mes'elelerine karıştırılan üç nazırın kabineye alınışını şiddetle yermektedir. Ona göre, bu tâyinleri Sadrâzam istememiş de, yakınının tesiri altında Padişah yaptırmıştır.



Hünkâr gazeteyi Harem dairesinden getirtip Başkâtibine gösteriyor. Derken Başmâbeyinciyi de çağırtıp sözü mahut Başmuharrire getiriyor ve diyor ki:



«— Bu adamın siyaseten ve diyaneten (siyaset ve din bakımlarından) bu memleketle ne alâkası var? Kendisi İspanya tebaasından ve Selanik dönmelerindendir!»



İşte, o günden maşatlığa götürüleceği güne kadar işi gücü Türkün ruh kökünü baltalamak, birliğini zedelemek, milliyet ve mukaddesat yolunda yürüyenleri çürütmek ve «Vatan» ismiyle vatanı fesada vermekten ibaret; bu eseri yazanın baş düşmanı Ahmed Emin Yalman!..

Ve ilâve ediyor:

«— Ben umur-u devleti Refik'le istişare ederim. Siz, ikiniz de Mâbeyn erkânı olduğunuz hâlde, vekilim olan Sadrâzamla aramızda cereyan eden şeyleri sizden bile ketmediyorum (saklıyorum)... Neş-riyat-ı vakıanın münasip surette tekzip ettirilmesi size ait bir vazifedir.»

Sultan Vahidüddin, yıkılan İmparatorluğun her ân omuzlarına çokücü, daha ağır yükü altında, her gün daha ezgindir.


İşte, Başkâtibine içini doküşü:


«— Ecnebiler pek Maman (aman vermez, insafsız)... Gece gündüz ne çektiğimi bir Allah(c.c.) bilir, bir ben bilirim! Bizi tazyik ile Meclis-i Meb'usan'i dağıttırdılar. Fikirlerini ihsas değil, âdeta açıktan açığa izhar ediyorlar. Ben meşrutî bir hükümdar olduğum hâlde güya mutlak bir hükümdar imişim gibi muamelede bulunuyorlar ve doğrudan doğruya bana müracaat ediyorlar. Meşrutiyetten bahsedilince, hangi meşrutiyet, diye mukabele ediyorlar. Karşımızda müracaat edecek kuvvet olarak yalnız sizi tanırız ve yalnız sizi pak addederiz, diyorlar. Yâni sözlerimizi isga etmezseniz (yerine getirmezseniz) sizi de tanımayız, demek istiyorlar. İstikbalimizi kurtarmak İçin bizzarure bu hâllere tahammül ediliyor. Diğer taraftan bir şey için kendilerine müracaat edilince henüz münasebat-ı siyasiyemiz iade olunmadı, buradaki memurlar askerî memurlardır, diye cevap veriyorlar. Ben milletin ateşli külü üzerine oturdum; taht-ı saltanatın kuş tüyünden minderleri üzerine oturup gömülmedim! Bunlardan kimseye bahsedilemiyor, millete de malûmat verilemiyor. Elbette bir gün tarih bu bakayikı (hakikatleri) yazar. Siz eminim olduğunuz için bu şeyleri mahremâne olarak yalnız size söylüyorum. Vakıa merhum birader de dahilî bir kuvve-i galibenin taht-ı tazyikindeydi; lakin ben onun kat kat fevkinde olarak donanmalarıyle mücehhez bir kuvvet karşısında bulunuyorum. Eğer adilâne bîga-razane (garazsızca), bîtarafane (tarafsızca) idare-i umur edecek bîr halefim olsaydı ömrümün devr-i âhirînde bu bâr-ı azîmi (muazzam yükü) vAllah(c.c.)i, billahi, tAllah(c.c.)i kabul etmezdim. Taht-ı saltanat ile teneşir arasında ne kadar mesafe olduğunu bilirim. Siz de gözünüzle gördünüz; bir tarafta taht, bir tarafta da tabut duruyordu-»


Sultan 6. Mehmed Vahidüddin'in en yırtıcı, göğüs paralayıcı nefs muhasebesi çapındaki bu sözleri, onun, 36 Osmanlı padişahı ve belki bütün insanoğlu kadrosu içinde en talihsizi olarak, hakikatte ile büyük bir hükümdar, millet dostu ve insan olduğunu ispat eder.




O, Türk hükümdarları arasında en küçük görünmeye mahkûm, en büyüklerden biriydi.


Üstad Necip Fazıl'ın Sultan Vahidüddin adlı eserinden alıntıdır.


KURTULUŞ ANADOLU’DA !


Onun kurtuluşun Anadolu’dan gerçekleşeceğine ümidi tamdı. Bizlerinde tam!

Bir ara kendisi gitmeyi düşündü ise de, İngilizler, “Eğer Anadolu’ya geçersen İstanbul’u Rumlara işgal ettirir, taş üstünde taş bırakmayız.” diyerek engellediler.


Bunun üzerine bir gün saraya çağırdığı Mustafa Kemal’i; “Paşa! Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Ancak asıl şimdi yapacağın hizmet, hepsinden mühim olabilir. Devleti kurtarabilirsin!” sözlerinden sonra, büyük yetkilerle Anadolu’ya gönderdi.

Böylece İstiklâl mücadelesi başlamış oldu......!


Bizler kimsenin uğruna bu değerlerimizi alaşağı etme ve artık bazı gerçekleri sümen altı etme lüksüne sahip değiliz...Yalan söyleyen tarihi de kabul etmek zorunda hiç değiliz...


Bu vesile ile Sultan Vahidettün Han ve onu En güzel biçimde bize sunan Necip Fazıl Kısakürek'e rahmet ve şükranlarımızı sunuyoruz..........


Anadolu Haber Günlüğü


http://anadoluhaber.blogspot.com/2008/09/byk-vatan-dostu-vahdettin.html





VI. Mehmed: Osmanlı padişahlarının en talihsizidir. Bu yüzden kendisine hain damgası vurulmuştur. Fakat hain değil, bütün Osmanlı padişahları gibi vatanseverdir. Veliahd iken Almanya'ya gittiği zaman, batı cephesinde ateş hattı siperlerini gezmiş, herhangi bir umulmadık tehlikeye karşı başını eğmesi söylendiği zaman: Türk başı düşman karşısında eğilmez!» cevabını vermiştir.



Zeki ve otoriter bir padişahtı. İttihatçılardan nefret ediyordu. Fakat Talât Paşa'yi çok beğenirdi. «Talât Paşa, o zümre ile lekelenmiş olmasaydı bu devleti kurtarabilirdik» demiştir.




Mütarekede, Saltanat Şûrâsı'nı toplayıp, oturumu, kısa bir konuşma ile açtıktan sonra, salonu terkederken, yanında bulunan Veliahd Abdülmecid koluna girmeye mecbur olmuş ve gözlerinden yaşlar boşanan padişah: «Karı gibi ağlıyorum» demekten kendini alamamıştır.




Niçin İstanbul'u terkedip de Anadolu'daki millî hareketin başına geçmediği sorulabilir.




Sultan Vahideddin, bunu yapamazdı, İstanbul'u bıraktığı takdirde, düşmanlar bu şehri bir daha Türklere vermezlerdi. Şehzadeleri de millî hareketin başına yollayamazdı. İngilizlerin, bunu bahane ederek, kendisini atmaları ve askerî işgal altındaki İstanbul'u siyasî ve ebedî olarak işgal etmeleri de mümkündü, İstanbul'u ve hanedanı kurtarmak için baskılara katlanarak oturmuş ve Anadolu'da harekâta başlamaları için güvendiği kumandanları göndermiştir. Kâzım Karabekir Paşa'yı kabul edip de bütün ümitlerin genç paşalarda olduğunu söyledikten sonra, Anadolu'ya daha kimlerin gönderilmesini tavsiye edebileceğini sormuş; Kâzım Karabekir, Mustafa Kemal Paşa'nın adını söyleyince, bunu memnunlukla karşılamış, zaten kendi yaveri olan Mustafa Kemal Paşa'ya büyük güveni olduğu için, onu huzuruna çağırıp konuşmuş ve Anadolu'ya gidip teşkilât kurması için kendisine 40.000 altın vermiştir. Bu paranın büyük kısmı, eskiden beri beslediği yarış atlarını satmak suretiyle elde edilmiştir. Vahideddin, iyi bir binici ve aynı zamanda da fıkıh bilgini idi. Daha sonra millî harekete karşı takındığı tavırlar, hep, İngilizlerin baskısı ile olmuştur. Bunun hiçbir fiilî değeri olmadığını ve İngilizleri yatıştırmak için başka çare bulamadığını, gurbet yıllarında, büyük kızı Ulviye Sultan'a. söylemiştir.




Gurbet felâketine büyük bir metanetle dayanan VI. Mehmed, kendisini tahtından eden Mustafa Kemal Paşa aleyhinde hiçbir söz söylemediği gibi söyletmemiştir de. «Bunu ilerde tarih halledecektir!» demiştir.




Son günlerinde, Ulviye Sultan'a, artık vatana dönemeyeceğini söyledikten sonra: «Siz dönünce benim bir vatan haini olmadığımı anlatın demiştir.




VI. Mehmed'in iki yanlışı vardır: Biri Damad Ferid Paşa'yı birkaç defa sadrazamlığa getirmesidir. Bunu anlamak güçtür. Çünkü Damad Ferid'den nefret ettiği malûmdur. Onu, İngilizlerin baskısı ile sadrazam yapmış olması mümkündür.




Bu Damad Ferid Paşa, zekâsının kıtlığı ve şahsî kinlerini öne atması yüzünden devletin işlerini çıkmaza sokmuş; Sultan Vahideddin'in de felâketinı hazırlamıştır.




İkinci yanlışı İngilizlere sığınmasıdır. Hayatını tehlikede gördüğü için böyle yaptığı muhakkaktır. Hayatı . tehlikede olan insanların her çareye başvurması da tabiîdir. Fakat, Osmanoğulları gibi, yüzlerce yıldan beri ölümle kaynaşmış ve onu bir sevgili gibi bağrına basmaya alışmış bir hanedanın temsilcisi olarak Sultan Vahideddin'in ölümden korkması kendisine yakışmamıştır. Bununla beraber, bu meseleler, henüz objektif bir tarih görüşüyle incelenmediği için, bugünlük daha kesin bir hüküm verilemez. Şimdiden varacağımız sonuç şudur:




Yanlışları ne olursa olsun, Sultan Vahideddin, bir hain değildir ve olamaz da.. Çünkü o bir Osmanoğludur!




Cumhuriyet devrinde kurulmuş cumhuriyetçi bir bilim kurumu olan Türk Tarih Kurumu'nun yayınladığı, Sultan Vahideddin'in başkâtibi Ali Fuad Türkgeldi' nin hâtıraları olan «Görüp İşittiklerim» adlı eser, VI. Mehmed'in tarih mahkemesindeki beraat kararıdır.




HÜSEYİN NİHAL ATSIZ...




TAVSİYE KİTAP: Hasan Hüseyin Ceylan'ın "Büyük Oyun" adlı kitabı.







MUSTAFA KEMAL, PADİŞAH VAHDEDDİN İLE GÖRÜŞÜYOR




Mustafa Kemal, İstanbul’a gelişinin ardından Padişah Vahdeddin ile yaptığı görüşmeyi anılarında şöyle anlatır:




“Cuma günü selamlığına gittim; namazdan sonra beni oradaki salona davet eden Vahdeddin’le, dışarıda bekleyenler tarafından çok uzun olarak yorumlanmış bir görüşme yaptık. Gerçekten görüşme zaman itibariyle pek kısa olmuştur. Ben tahmin edebileceğiniz konu üzerinde onu aydınlatmak ve uyarmak üzere söze giriş yaparken o çok ustaca bir tarzda izahatımı kesti, dedi ki: ‘Ordunun komutan ve subayları, eminim ki seni çok severler; bana teminat verir misin ki onlardan bana bir fenalık gelmeyecektir.’




Birdenbire böyle bir sorunun maksat ve manasına intikal edemedim, sordum:’Ordu tarafından aleyhte harekete ait bilgi ve özel haberleriniz mi var efendim?




Gözlerini kapadı. Olumlu veya olumsuz cevap vermedi. Aynı sorusunu tekrar etti. Cevap verdim:’Gerçi ben İstanbul’a geleli birkaç gün oldu, fakat ordu komutan ve subayların zat-ı şahanenizle karşı karşıya bulunması için bir sebep olabileceğini zannetmiyorum. Onun için temin ederim ki, hiçbir fenalığı beklemeyiniz.’




Karşımdaki adam kararını çoktan vermiş görünüyordu; biz ise bu kararın ne olduğunu anlamayan veya anlamak istemeyen kimselerle temasa kalmış, karşı hiçbir tedbir almaya zaman ve fırsat bulamamış vaziyette idik. Padişah gözlerini açarken ayağa kalktı ve şu sözlerle görüşmeye son verdi:’ Siz akıllı bir komutansınız, arkadaşlarınızı aydınlatıp telkin edeceğinizden eminim.’




Çok ümitsiz ve üzgün, fakat üzüntümün hakiki sebebini dahi anlamamış bir halde Vahdeddin’in salonundan çıktım.




Şişli’deki evimde yeni durumu değerlendiriyordum. İstanbul sokakları İtilaf Devletleri’nin süngülü askerleriyle dolmuştu. Boğaziçi, toplarını sağa sola çeviren düşman zırhlılarıyla, lacivert sularını göstermeyecek kadar örtülü idi. Herkes, ancak pek zaruri ihtiyaçları için evden çıkabiliyor, sokaklarda hatır ve hayale gelmeyen hakaretlere uğramamak için caddelerin duvar diplerinden büzülerek, eğilerek ve korkarak yürüyebiliyorlardı.




Bütün sakınmalara rağmen yine bin türlü feci tecavüz sahneleri eksik değildi. Koskoca İstanbul ve koskoca İstanbul’un yüz binlerce halkı, sesleri kesilmiş bir halde idi. İstanbul’un yüz binlerce halkı, sesleri kesilmiş bir halde idi. İstanbul ufuklarında yükselen şeyler yalnız düşman sesleri, düşman hakaretleri, düşman bayrak ve süngüleri idi.




ŞAYANI HAYRETTİR, ARTIK ADİ BİR MENDİL GİBİ AYAKALTINDA ÇİĞNENEN BU MUHİTTE HALA BİR SALTANAT, BİR HÜKÜMET, BİR VARLIK BULUNDUĞUNU SANANLAR VARDI.”




http://anket.memurlar.net/survey.aspx?id=408&page=6














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder