24 Şubat 2012 Cuma

Osmanlı’da ilk Siyonist hareketi başlatan Theodor Herzl







Osmanlı’da ilk Siyonist hareketi başlatan Theodor Herzl







Günümüzü, bugünün Türkiye’sini iyi anlamamız için geçmişimizi yani tarihimizi iyi bilmemiz gerekir…




Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasına kadar gelen süreçte devletin zayıflamasında etkili olan faktörler ile günümüzde yaşadıklarımız birebirdir… Şöyle bir geçmişle, günümüzü karşılaştırdığımızda aradaki farksızlığı anlamamak mümkün değil.


Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasına neden olan faktörleri tek tek saymamız gerekirse binlerce sayfalık kitap basmamız gerekir. Fakat bu faktörlerin en önemli ve gizli kalmışlarını ortaya çıkarırsak en azından günümüz ile bağlantısını ortaya koyabiliriz.


Bugüne kadar üzerinde pek durulmamış, fakat Osmanlı’nın, Kurtuluş Savaşı sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ve günümüzün en büyük tehlikesi ‘’Mason Locaları’’ gizli gizli ülkemizi tehdit edip, yok etmeye yönelik çalışmalar yaparken bizler bu konu hakkında bilgisizliğimizden dolayı umursamaz tavır takınıyoruz. Fakat ufak gözüken bu olgu, Osmanlı’nın başını ağrıtmış, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra bunu gören Mustafa Kemal Atatürk’ün bu tehlike yuvalarının kapanmasına sebep olmuştur. Fakat daha sonra Mustafa Kemal’in ölümünü fırsat bilen İsmet İnönü’nün desteğiyle tekrar ortaya çıkan Mason Locaları, Celal Bayar’la beraber daha güçlenmiş ve sonrasında Türkiye’nin siyasi politikasını yönlendirmeye başlamıştır.

Osmanlı’da ilk Siyonist hareketi başlatan Theodor Herzl


Theodor Herzl,Budapeşteli orta gelirli bir ailenin hukuk bölümünü okumuş oğludur…Hukuk bölümünü okumasına karşın yazarlık yapmış ve çeşitli oyunlar sergilemiştir.Theodor Herzl,Yahudi bir ailenin çocuğu olarak,yazarlık ve tiyatroculuk dışında kendisini Siyonizm’e adamış ve günümüzün Büyük Ortadoğu Projesi olarak bilinen Büyük İsrail Devleti’ni kurmak için ilk adımı atmış ve çeşitli planlar yapmıştır…1870’li yıllarda kafasında kurduğu Büyük İsrail Devleti’ni pratiğe dökmek adına Yahudilik hakkında çeşitli kitaplar yazmış ve propagandalar yapmıştır.Herzl kitap yayımlamakla kalmayıp,1896 yılında Dünya Siyonist Teşkilatı’nın kurulmasını sağlamış ve İsviçre’nin Basel kentinde ilk kongresini gerçekleştirmiştir.Bu kongrede Herzl: ‘’Ben bugün burada Yahudi Devleti'ni kurdum, ancak bunu yüksek sesle söylersem bütün dünya güler. Fakat beş sene içinde ya da elli sene sonra bunu herkes böyle bilecektir." demiştir.
Bu sözüyle görülüyor ki,Herzl’in planlarının ileride karşımıza büyük bir tehlike olarak çıkacağı önceden tahmin edilememişti.Kaldıki 1896 yılında dediği bu söz 1948 yılında gerçekleşti ve İsrail devleti kuruldu…Yani Herzl,53 yıl süren bir Siyonist mücadele sonrasında İsrail devletinin kurulmasını sağladı…
Bu kongrede işin garip tarafı Herzl’in kurulacak devletin sınırlarını da söylemiştir…Toplantı bitiminde Herzl: ‘’Kuzey sınırlarımız Kapadokya'daki dağlara kadar dayanır. Güneyde de Süveyş Kanalı'na kadardır." demiştir.
Bu sözünde devletin sınırlarını Osmanlı topraklarının bir kısmına kadar çizmesi açıkçası o dönemde önemsenmemiştir…Hatta şöyle bir durumda vardır ki o dönemde Osmanlı,sınırlarını Filistin’e kadar genişletmiş olması Herzl’in sınırlarını çizdiği toprakların önemli bir kısmı Osmanlı’nın elinde bulunması Herzl’i tedirgin etmişti…Ve klasik Yahudi felsefesi olarak ‘’paramla her şeyi satın alabilirim’’ diyerek 1902 yılında sorunun çözümü için İkinci Abdülhamit’le görüşür…




Bu görüşmede Herzl, padişaha: "Yahudilerin vaadedilmiş topraklarda "yurt" kurmasına izin verildiği taktirde Avrupa'daki Yahudi bankerlerin Osmanlı'nın tüm dış borçlarını ödeyeceğini" bildirir. Zaten doğruluk payı bulunmayan bu taahhüdü Abdülhamit "Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır." cevabı ile reddetmiştir.




Daha sonrasında Theodor Herzl hızını kesmeyip ikinci görüşmeyi yapar ve aynı cevabı alınca İngiltere’nin kapısını çalar…Fakat İngilizlerden de istediğini alamayan Herzl için tek bir çözüm kalmıştır…Bu çözüm İkinci Abdülhamit’i tahtan indirmeye çalışan Jöntürklerle işbirliği yapmaktır...İkinci Abdülhamit’i tahtan indiren İttihat ve Terakkiciler ikinci meşrutiyetle yönetimde söz sahibi olmuşlardır…Theodor Herzl’in işbirliği devam etmiş fakat Filistin’in alındığını görmeden ölmüştür…




Sabetayizm’in Doğuşu ve Osmanlı’da Gelişimi




Sabetayizm’in çıkış noktasına ve Osmanlı dönemindeki etkinliklerine baktığımızda Siyonizm’in kurmuş olduğu bir akım olduğunu görmemek mümkün değildir…


Sabetaycılıktan bahsetmemiz gerekirse;Sabetayizm,17.YY ortalarında İzmir’de yaşayan Yahudilik inancına sahip olan Sabatay Sevi’nin Yahudilik’in mezhebi olarak ortaya çıkardığı Siyonist bir düşüncenin ideolojik bir sisteme dayalı halidir…


Sabetaycılık aslına bakarsak İslam dinindeki münafıklıktan başka bir şey değildir… Çünkü Sabetaycılar, kendilerini Müslüman olarak gösterir, çevrelerinde Müslüman olarak bilinir ve İslam inancının bir takım zorunluluklarını yerine getirirler… Fakat Sabetaycılar’ın bu duruşu sadece sinemanın perdesinden öte bir şey değildir…


Tarihsel olarak incelediğimizde Sabetayizm’in doğuşu çok ilginçtir…
Tarihte hepimizin bildiği bir olay vardır: Osmanlı devleti, İspanya’da Endülüs Emeviler döneminde zulüm gören Yahudilere kucak açmış ve onlara Osmanlı’da yerleşme hakkı tanımıştır… İşte bu zulümden kaçanlardan ve Osmanlı’ya göç edenlerden biride Sabetay Sevi’nin ailesi olmuştur…


Avrupa’nın barbar olarak gördüğü ve Yahudilerin topraklarına göz diktiği Türkler, her zaman hoşgörü ve iyi niyetinden kaybetmişlerdir…
Yahudilik inancına baktığımızda Tevrat’ta son Mesih’in geleceği hakkında bilgi vermesi ve bunu bilen Sabetay’ın, bunu çok iyi kullanması kendisinin ne kadar zeki ya da kurnaz olduğunu gösterir… Çünkü Sevi 22 yaşına geldiğinde 1648 yılında Mesih olduğunu ilan etmiş ve o dönemde halk arasında yankı uyandırmıştı. Yaklaşık iki milyon kişiye ulaşan inanları Sabetay Sevi’yi sadece peygamberleri olarak görmeyip, öğrencileri ona mitolojik bazı Tanrısal güçler vererek onu Tanrılaştırmıştı…


İşin ilginç kısmına değinmek gerekirse o dönemin din âlimleri ve Yahudi din adamları Sevi’ye karşı çıkmış, Sevi hakkında sahtekârdan başka bir şey değil gözüyle bakıyorlardı…


Akıllara şu soru gelmiyor değil…


Sabetay Sevi ne yaptı da bu kadar kişi ona inandı?


Sabetay Sevi,18 yaşında iken hahamlık yapıyordu… Zeki ve kurnaz olan Sevi, hahamlık yaptığı dönemde ikna kabiliyetinin yüksek olması ve zekâsıyla birçok mutasavvıf öğrenci yetiştirdi… Bu öğrencilere kendisini o kadar üstün nitelikli gösterdi ki, kimi zaman doğa olaylarını kendi mucizesi olarak gösterdi… Bu bir etken olmasına karşın ana neden Sabetay Sevi’nin Hıristiyanlarca da, Yahudilerce de bilinen şeytanın sayısı olan 666 ve 1666 yılında Deccal’ın ortaya çıkacağına inanmaları ve Sabetay Sevi’nin 1665 yılında Yahudi âlimlerce Mesih olduğu onaylanınca ve 1666 yılında Deccal’ın yeryüzüne ineceğine, Deccal’ı Mesih’in öldüreceğini düşünmeleri Sevi’nin işini kolaylaştırmıştı…




Fakat ne Deccal gelecekti, ne de Sabetay Sevi Mesih olarak Deccal’ı öldürecekti…
Bu kadar şey Osmanlı topraklarında olurken, Osmanlı ne yapıyordu?
Aslına bakarsak Osmanlı bu olaylara ilgisiz davrandı, önemsemedi… Bunun temel sebebi, topraklarında barındırdığı uluslara fazla hoşgörü göstermesi ve dinlerine karşı saygılı olmasıydı…




Fakat İzmir’li hahamların Sabetay Sevi’yi öldürmek istemeleri ve öldürememeleri Sabetay Sevi’yi şikâyet etmelerine neden oldu… Osmanlı ilk şikayette durumu pek önemsemedi fakat zaman ilerledikçe Sevi hakkında gelen şikayetler durumu değiştirdi ve Dördüncü Mehmet’in Sevi’yi tutuklatarak karşısına çıkarmasına neden oldu…


Çok gariptir ki Dördüncü Mehmet’in karşısına çıkan Sevi,ilk olarak padişahın kendisini Mesih olarak kabul etmesini ve İsrail devletini kurmak ve toprak istediğini söyledi…




Bu konuşma bize Theodor Herzl’i hatırlatmıyor mu?


Padişah Sevi’nin isteğini reddederek Çanakkale’de bir kaleye hapsetti… Fakat Sevi, burada da rahat durmayıp, propagandasını yapmaya devam etti… Buna karşın hahamlar tekrar saraya Sevi’yi şikâyet ederek daha ağır bir ceza verilmesini istedi…


Dördüncü Murat bu isteği dikkate aldı ve bir divan oluşturarak yargılanmasını sağladı…


Sabetay Sevi Türkçe konuşmuyordu… Divana bu yüzden Padişah’ın hekimbaşısı dönme Hayatizade Mustafa Efendi çağırıldı ve Sevi’nin dediklerini tercüme etmesi istendi…


Divan reisi ile Sebatay Sevi arasında geçen diyalog şuydu:


Divan reisi: Karıştırmadığın halt kalmadı. Uyandırmadık fitne bırakmadın Sabetay Efendi. Haydi, bakalım şimdi göster mucizeni!


Bunun üzerine Sabetay Sevi şaşkın bir şekilde ne yapacağını ve ne diyeceğini bilemedi. Divan Reisi Sevi’nin mucize yapmasını istedi… Tercüman ise mucizenin şeklini anlattı: Sabetay soyunacak, vücudunu en maharetli okçular nişangâh yapacaklardır. Attıkları oklar vücuduna işlemezse o zaman Osmanlı Padişahı da onun Mesih olduğunu resmi olarak tasdik edecektir. Çünkü Yahudiler, ona kılıç, ok, tüfek, kurşun işlemez, hatta onu ateş yakmaz, suda boğulmaz diye itikat etmektedirler.




Sabetay Sevi bunu duyduktan sonra afalladı… Şok oldu… Ve Divan Heyeti karşısında ‘’Adiyo Santro’’ diyerek titremeye başladı… Sevi bu cümleyle her şeyi inkâr etti, kendisinin Mesih olmadığını, Mesih olduğu hakkında iddiaların Yahudiler tarafından ortaya atıldığını kendisini hiçbir zaman Mesih olarak görmediğini söyledi…


Fakat durumu bu şekilde inkâr ederken, Sevi şunu unutmuştu: Dördüncü Mehmet’in karşısına ilk çıktığında Dördüncü Mehmet’in, Sevi’yi Mesih olarak görmesini istemiş ve İsrail devletini kurmak için toprak istiyorum dediğini unutmuştu…




Olayların bu şekilde gelişmesiyle Divan Heyeti Sevi’ye Müslüman olma teklifi götürdü… Olmadığı takdirde büyük acılar çekerek işkence ile öleceği bildirildi… İlkin bu teklife yanaşmayan Sevi,dönme Hayatizade’nin tavsiyesi ile Müslüman oldu


Fakat bu Müslümanlık sadece görüntüye ve kâğıda dayanmaktaydı… Sevi inancını değiştirmemiş,içinde yaşamaya başlamış ve örgütlenmesini gizlice sürdürmüştür…Öğrencileri de Osmanlı topraklarında Sabetayizm’i içten içe yaşamış ve gizlice yaymıştır…


Ve başta da belirttiğimiz gibi görüntüde ve eylemde Müslüman olan bu münafık Siyonist örgüt aslen Yahudilik inancına sahiptir…




Sabetaycılık ile İttihat ve Terakkiperver’in İlişkisi




İttihat ve Terakkiciler hakkında ‘’tümü siyonisttir’’ demek doğru olmaz…
Fakat içlerinde Sabetaist ya da siyonist kimse yok demek de yanlıştır…
Çünkü içlerindekilerin önemli bir kısmı masondur…
İttihatçı, mason ya da sabetaycılar;Mehmet Cavit Bey,Mehmet Talat Paşa,Mahmut Şevket Paşa,Hasan Ali Yücel,Şükrü Kaya,Mustafa Necati Bey,Mim Kemal Öke


Bunların birçoğu hakkında bilgiyi mensubu oldukları mason localarından öğrenebiliyoruz…




Fakat Eski Maliye Nazırı Mehmet Cavit Bey’in Sabetaycı olduğu 1952 yılında Büyük Ortadoğu Gazetesi’nde yayımlanmıştır… Dönmelerden olan Nazif Özge, Büyük Doğu gazetesinin 1952 yılında ‘’ Dönmelerin ruhani büyükleri kimdir?’’ sorusuna şu şekilde cevap veriyor: “Eski Maliye Nazırı Cavit Bey’in kardeşi Şefkati Bey’dir. Dönmeler, onu, hâşâ, Allah’ın soyundan gelmiş kabul ederler. Yetmiş yaşlarındadır. Dönmelere, isim-soyisimlerini o takar. Kendisinin soyu, “Roz”dur. Onlara göre Allah’ın soyu da Roz’muş...”


Kimdir Cavit Bey?


İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin liderlerinden olan Cavit Bey, İkinci Meşrutiyet’te Maliye Nazırlığı yapmış bir Türk siyasetçisidir… Mehmet Cavit Bey,1875 yılında Selanik’te doğmuştur. Cavit Bey’in babası Naim Bey’dir… Selanikli bir tüccar olan Naim Bey, Pakize hanımla evlidir…


İttihat ve Terakkici Cavit Bey, daha sonra Mustafa Kemal’e düzenlenen İzmir suikastında adı geçmiş ve İstiklal Mahkemesinde idam edilmiştir.




Siyonist hareketin Osmanlı’da başlayıp, Kurtuluş Savaşı sonrası Türkiye’ye kadar devam etmesi ve olayların birbirleriyle bağlantılı bir şekilde hareket ediyor olması ne kadar dikkat çekici değil mi?









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder