2 Şubat 2012 Perşembe

Omurgalı olmanın örneği: Âkif






Omurgalı olmanın örneği: Âkif



Bir Destan Adam Mehmet Âkif Ersoy” adlı biyografisinin yazarı Abdurrahman Şen’le, Âkif’i konuştuk:



Ropörtaj: Gülcan Tezcan



Toplum olarak bir türlü üzerinde anlaşamadığımız kavramlar yüzünden ciddi gerginlikler yaşadığımız bir dönemde ülkeye birlik ve bütünlük ruhunu hissettiren en temel metinlerimizden İstiklal Marşı’nın şairi Mehmet Âkif Ersoy’u yeniden okumak daha büyük anlam taşıyor. “Büyük dava adamı, büyük aksiyon insanı, sözünün eri ve mahalle kahvesi konuşmasını aruzla şiire aktaracak kadar usta şair Mehmet Âkif'i Türk gençliğine anlatmak, tanıtmak yolunda bir



çabaya ihtiyaç var bugün!” diyerek milli şairimizi üzerine bir dizi çalışma başlatan kültür dünyasının önemli isimlerinden gazeteci-yazar Abdurrahman Şen, bugüne kadar bilinenden farklı bir Mehmet Âkif portresi koyuyor ortaya. Her türlü art niyetlerden ve siyasi tercihlerden arındırarak kaleme aldığı “Bir Destan Adam Mehmet Âkif Ersoy” adlı biyografisi Metropol Yayınları’ndan okura ulaşan Abdurrahman Şen’le Âkif’i, Âkif’in bugüne söylediklerini ve omurgalı olmayı konuştuk.



Âkif’in “dostluk” anlayışına, “söz verme” mantığına, “doğruluk” kavramına kattığı örnek davranışlardan birini uygulayanı gördüğümüzde, göklere çıkartıyoruz artık. Oysa Âkif’te bu hasletlerin fazlası var ve samimi olarak var.



* Mehmet Âkif'le ilgili bugüne kadar bir çok tanımlama yapılmışken siz ilk kez O'nun için “Bir Destan Adam” tarifini yaptınız. Mehmet Âkif'i “Bir Destan Adam” yapan nedir?



Mehmet Âkif Ersoy’un yanında uzun süre geçiren ve bugün elimizdeki en detaylı Âkif bilgilerini bırakanlardan biri olan Mithat Cemal Kuntay, Âkif’in kişiliğini özetlerken; “İlk tanıdığım zaman ona inanmadım: Bir insan bu kadar temiz olamazdı. Fena aktör, melek rolünü oynamaktan bir gün yorulacaktı. Gayri tabiî bir faziletten yorulan yüzünü bir gün görecektim. Fakat otuz beş sene bugün gelmedi. Otuz beş sene onun yanından her çıkışımda, kendime hep bu sualleri sordum: Bu tevazu, kendi kendini inkâr derecesine nasıl çıkıyordu? Mahrumiyetlerden yılmayan ahlakıyla, kendisini nasıl kahraman sanmıyordu? Onun temizliği yanında insan kendi günahlarından muzdarip olurken, o, kendisinin sizden başka olduğunu nasıl görmüyordu?” diye soruyor.



Âkif’in “dostluk” anlayışına, “söz verme” mantığına, “doğruluk” kavramına kattığı örnek davranışlardan birini uygulayanı gördüğümüzde, göklere çıkartıyoruz artık. Oysa Âkif’te bu hasletlerin fazlası var ve samimi olarak var. Hiçbir günü birlik mülahaza Mehmet Âkif’in “doğru bildiği”nden sapmasına gerekçe olamıyor. Bugün özlemini çektiğimiz “omurgalı” olmanın neredeyse tek örneği Âkif.



Mehmet Âkif’i bugüne kadar anlatan büyüklerimiz, dostlarımız; Mehmet Âkif Ersoy’u tanımak ve tanıtmak için; “Millî marşımızın şâiri”, “İslâm şairi”, “Millî şair”, “mütercim”, “hâfız”, “Türk dilinin usta şairi”, “hatip”, “güreşçi”, “özellikle ney ile meşgul olan bir musikişinas”, “başarılı bir yüzücü”, “camideki şair”, “uzun mesafe yürüyücüsü”, “aruzu Türkçe’ye uyarlayan şair”, “Birinci Büyük Millet Meclisi’nde Burdur Mebusu”, “büyük fikir adamı” ve “söyleyip yazdıklarını yaşayan örnek bir insan” gibi sıfatları uygun görmüştü O’na. Ve bu sıfatların hepsi de son derece uygun Âkif için. O halde bu kadar zengin sıfatın hakkını veren bir insanın, daha yaygın biçimde anlatılması gerektiğini düşündüm.



“Destan” kelimesinin taşıdığı anlam bütünlüğü içerisinde de Âkif’i tanımlarken, “Bir Destan Adam” demeyi uygun gördüm. Hayatının ve özelliklerinin çok azı günümüz insanları tarafından bilinen Âkif’i, tarihî gerçekler ışığında destan gibi anlatmalı, gelecek kuşaklara da taşımalıyız, diye düşünüyorum.



*Milli şairimizle ilgili bir çok biyografik çalışma varken neden yeni bir kitap yazmaya ihtiyaç duydunuz? Bu çalışmayı diğerlerinden ayıran farklar neler?



Maalesef edebiyat tarihimiz de siyasî kamplaşmalarımızın esiri olmuş durumda… Bu yanlış tercihin sonucu olarak da İstiklâl Marşımızın şairi Mehmet Âkif başta edebiyat tarihlerimiz olmak üzere bir çok kaynakta hak ettiği nisbette yerini almıyor.



Her fırsatta dile getirdiğim bir ayıbımız var. Milli marşımız bugün okullarımızda, “içindeki yabancı kelimeler” eklemesiyle inceleniyor, tahlil ediliyor. Lise mezunlarımızın birçoğu, ders kitabında gördüğünden fazla bir bilgiye sahip değil Âkif hakkında. Bu eksikliği bir özet kitapla gidermek isteyerek, sadece İstiklâl marşımızın yazılışı, kabulü çerçevesinde küçük bir çalışma yapmıştım 2 sene önce. Bu kitabı görüp beğenen değerli ağabeyim Mustafa Miyasoğlu, çalışmamın genişlemesi gerektiğini söyledi bana. Sonra Metropol Yayınları sahibi sevgili kardeşim İrfan Koçyiğit’le yapmış aynı görüşmeyi. Ve İrfan kardeşimle bir araya geldik. Amacım Âkif’in farklı özelliklerinin hepsinin altını çizmekti. İnşallah başarmışızdır.



İki asırdır kafalar karışık



* Mehmet Âkif'in yazdığı 'İstiklâl Marşı'nın birleştiriciliğine vurgu yapıyorsunuz kitabın önsözünde. Ancak milli şairimiz böylesi bir eser ortaya koymuş olmasına rağmen hep belli bir kimlik içinde görülmek ve gösterilmek istendi. Neden böyle bir kalıba sıkıştırılmak istendi Âkif'in kişiliği?



Türkiye’nin kafası neredeyse 2 asırdır karmakarışık. Toplumun önünde bulunan bir çok kimse de daha çok taraftar bulmaktan tutun da kendini, ideolojisini haklı göstermek gibi gayretler içerisine girdiklerinde gerçekler üzerinden konuşmayı tercih etmiyorlar. Çünkü o yol bilgi gerektiriyor en başta. Oysa sloganlar, şekiller, simgeler üzerinden konuşmak kolay… Sloganlarla gaza getirilen kitlelerin şekillerle gözlerini boyamak, simgelerle hedeflerini şaşırtmak mümkün. Âkif söz konusu olduğunda da durum değişmiyor. Bugün ülkemizde yüz binlere hitap edebilen köşelere sahip “gazeteci / yazar” sıfatlı bir çok insan, Âkif konulu bir şeyler çiziktirirken; “Âkif Atatürk devrimlerini içine sindiremedi ve ülkeyi terk etti. Fesi çıkarmamak için Mısır’a gitti!” diyebiliyor mesela…



Oysa Âkif’in fes ile adeta dalga geçen mısraları olduğunu, bahsi geçen yasal düzenlemenin Mısır’a gidişten 2 yıl kadar sonra yapıldığını bile bilmiyor bu yazarlar!



Örneklemeye kalkarsam sayfalar yetersiz kalabilir ama… Sadece kitabıma aldığım “Müslümanlar neden geri kaldı?” başlıklı bölüme göz atmak bile Âkif’in nasıl ileri görüşlü bir aydın, nasıl geniş düşünceli bir entelektüel olduğunu ayan beyân ortaya koyuyor… Peki, Âkif neden böyle bir kalıba sıkıştırılmak istenmiş olabilir? Toplumu bilgiyle, gerçeklerle değil de sloganlarla, şekiller ve simgelerle yönetmeyi bırakmak istemeyenlerin kültürel hıyanetinden, diyelim kısaca buna da.



*Mehmet Âkif'in hayatını incelerken sizi en çok etkileyen ne oldu?



Bugün yitirdiğimiz ve özlemini çektiğimiz ne kadar haslet varsa üzerinde toplamış olması. Omurgalı olması yani… Ve bilgisi, hoşgörüsü, tevazuu…



*Kitapta Mehmet Âkif'in Nasrullah Camii'ndeki vaazının da tam metnine yer vermişsiniz. Bu vaazı bu kadar önemli kılan nedir?



O dönemi kısaca hatırlarsak: Başta İngilizlerin desteğindeki Yunan birlikleri Eskişehir önlerine kadar gelmiş. Dahilî ve haricî kimi yönlendirmelerle, propagandalarla ve yorgunluktan, bezginlikten, ümitsizlikten dolayı halkın savaşacak gücü ve inancı neredeyse tabana vurmuş. İşte böyle bir ortamda, Ankara’dan, Mustafa Kemal’den gelen davetle Sebilürreşad’ı da taşıyarak Ankara’ya giden Âkif hemen Hacı Bayram’da vaazla halkı uyarmaya başlıyor. Ardından Kastamonu Nasrullah Camii’nde de bir vaaz veriyor. Bu vaaz Sebilürreşad’da yayınlanıyor ve bölgelerin kuvvet komutanları tarafından da derginin bu sayısı çoğaltılarak, ordu birliklerine, bölge halkına da bu vaazda dile getirilen mesajlar ulaştırılmış oluyor. Millî Mücadele’ye halkın katılımını sağlamak açısından son derece önemli bir nokta burası. Bu vaazın belki de daha önemli tarafı bana göre muhtevası. Ekonomiden, uluslar arası siyasete kadar öyle detayları ele almış ki Âkif. Bugün bile böylesine ihatalı siyaset, kültür, ekonomi ve askerî ağırlıklı bir konuşmayı bir arada yapabilecek insan kıtlığımız olduğunu söylemek abartı olmaz sanırım. Mesela mükemmel bir batı tahlili var bu vaazda. Örneklerle, “Yenilemez” görülen batının aslında bir de komünizm belasıyla uğraşmak zorunda olduğunu da detaylı biçimde anlatıyor bu vaazında Âkif. Ve halka umut aşılıyor. Batının yenilebileceğini ortaya koyuyor. Mücahede ruhunu ateşliyor milletin. Metni okuyanlar, ne demek istediğimi daha iyi anlayacak sanırım. (sanatalemi.net)



Öğrenciler, Âkif’i not kaygısıyla tanıyor



* Mehmet Âkif'in şairliği kimilerince pek kabul görmez, eleştirilir. Ancak kitabınızda yer alan görüşler tam tersini söylüyor. Bu anlamda da hakkı teslim etme anlamı mı taşıyor bu çalışma?



O noktaya olabildiğince girmedim aslında. Sadece dönemin edebiyatçılarının görüşlerinden alıntılarla yetindim ki o kadarı bile gerçeği görmemize yetiyor eğer art niyetli ya da kompleks sahibi değilsek. Bugün Necip Fazıl’ın şiirini sınıflandıranlar olduğu gibi Mehmet Âkif’te eleştirecek başka bir konu bulamadıklarından olacak; “Ama iyi bir şair değildi!” diyenler var. Onlara da Safahat’ı okumalarını tembihleyeceğim. “İ’tiraf” başlıklı şu dörtlüğü de Âkif’in şairliğine laf söyleyenlere ithaf etmek gerek. Âkif diyor ki; “ Safahat’ımda, evet, şi’r arayan hiç bulmaz / Yalınız bir yeri hakkında ‘Hazin işte bu’ der. / ‘Küfe’? Yok. ‘Kahve’? Hayır. ‘Hasta’? Değil. Hangisi ya? / Üç buçuk nazma gömülmüş koca bir ömr-i heder!” Daha başka söz söylemeye, bu tevazu karşısında sözü uzatmaya gerek var mı?



* Bugün bu ülkenin çocukları ülkenin milli marşını yazan şair hakkında ne kadar bilgiye sahip? Milli Eğitim Bakanlığı bu konuda üzerine düşeni yapıyor mu? Yani ders kitaplarının ön sayfalarına İstiklal Marşı'nı basmak yeterli mi yeni nesillere bu duyguyu vermek için?



Lise mezunlarımız, not kaygısıyla öğrenebildiği bilgi kırıntılarıyla tanıyor milli marşımızın şairini. Hele bir de yanlış bir edebiyat öğretmenine denk gelmişlerse, yanlış bilgilerle de tanıdığını sanıyor. Millî marşın şairini anma günlerine üst düzey devlet büyüklerinin katılmasına bu millet son 10-15 yıl içerisinde şâhit olmaya başladı neredeyse. İstiklâl Marşı karşısında hazır ola geçenler, İstiklâl Marşı’nın manasına karşı sanki mücadele veriyor. Neyse ki bu tablo Âkif’i anlama ve anlatma noktasında müsbete doğru yön değiştirmiş durumda. Yeni nesillere daha doğru ve kalıcı biçimde tanıtabilmek için; Âkif hakkında araştırma ve değerlendirme kitapları, şiirler, hikâyeler yazılmalı, tiyatro oyunları sahnelenmeli. Filmler çekilmeli. Çağdaş iletişim araçlarının tümü bu iş için seferber edilmeli kısacası.



Mehmet Âkif’in filmi de çekilmeli





Mehmet Âkif'in hatırasına sahip çıkma konusunda yurt içi ve yurtdışında yeni yeni birtakım adımlar atılmaya başlandı. Sizce bunlar yeterli mi? Milli şairimizin hakkıyla tanınması ve hatırasının yaşatılması için neler yapılmalı?




Bugüne kadar sürdürülen suskunluk bile başlı başına bir ayıp. Ama bu canlanma da ümit verici. Umalım ki kısa süre içerisinde milli şairimizin hakkıyla tanınması ve hâtırasının yaşatılması için daha plânlı ve programlı adımlar atılır. En son Mevlâna Yılı dolayısıyla da gördük ki gücü elinde bulunduranlara yakın durabilen, yaklaşabilenler bir şeyler yaptırabiliyor. Ama yapılanlar güdük kalıyor. Çünkü; kültürel ayaktan uzak, ekonomik çıkışlı hareket edilmiş oluyor. Oysa işe nereden başlanacağına karar verilerek plânlı programlı bir çıkış gerek. O zaman daha doğru hamlelerde bulunmak mümkün olur.



* Sizin çalışmalarınızın kitapla sınırlı olmadığını biliyoruz, diğer projeleriniz neler ve ne aşamada?



“Bir Destan Adam” isimli kitabı hazırlarken, bazı olaylar adeta birer birer gözümün önünden geçti. Yine böyle bir anda, hazırlıklarda bana yardım etmekte olan Yahya Kemal Baş kardeşime; “Biz bunun filmini de çekmeliyiz!” dedim. O günden sonra da hazırlığın her aşamasında böyle bir ihtiyacın varlığını daha bir derinden hissettim. Şimdi kitap yayınlandı. Şu andan itibaren söz konusu filmimin senaryosu üzerinde çalışmaya başlamış bulunuyorum. Kısmetse 2009 yılı sonlarında “Bir Destan Adam” filmimiz hazır olur. Âkif’le ilgili birçok film çekilebilir, çekilmeli de. Biyografi çekmenin tüm zorluklarını en aza indirerek böyle bir işe kolları sıvadık. İnşallah mahcup olmayız hem seyircilere hem de Âkif merhuma.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder